2014-2015 Euroleague normal sezonu geride kaldı ve bir önceki yazımızda Fenerbahçe temalı bir değerlendirme yaptık. Şimdi de istiyorum ki ne olduğuna genel bir bakış atalım. Göze batan oyuncuları, normal sezonun ilk 5'ini ve en değerli takımını ve oyuncusunu seçelim.
EN DEĞERLİ TAKIM:
CSKA MOSCOW
CSKA normal sezonu namağlup bitirebilen tek takım. Bunda grubundaki diğer takımların da çok fazla direnç göstermemesinin de etkisi oldu elbette. Buna karşın takım kimyasında en tutarlı oldukları da kesindi. Teodosic 10 maçın yarısını kaçırdı. Buna rağmen De Colo ve Aaron Jackson da hiç onu aratmadı.Teodosic demişken bir anekdot koyalım. Değerlendirmede kapsam dışı kalmıştır kendisi 10 maçın sadece 5inde oynadığı için.
CSKA normal sezonun 10 maçında 88 sayı ortalama ile oynadı ki çok muazzam bir rakam bu. İki maç hariç hep çift hanelerde fark attılar rakiplerine. Sezonun ilk 5ine bu takımdan bir oyuncu seçtik. İsmini şu an zikretmeyelim.
EN DEĞERLİ OYUNCU:
BOBAN MARJANOVIC
Kimisine göre artık modern basketbolda yeri olmayan bir tarza ve size'a sahip Boban fakat performansıyla taraflı tarafsız herkesin takdirini kazandı bu sene. Her maç çift haneli sayı buldu ve toplam 7 double double yaptı. 2 kere haftanın oyuncusu seçilen Boban, sezonu 16.8 sayı 10.7 ribaunt ortalamaları ile bitirdi ve takımının grupta ikinci sırayı almasında en büyük pay sahibi oldu.
EN SÜRPRİZ TAKIM:
NIZHNY NOVGOROD
Aslında Alba Berlin, Kızılyıldız ve Nizhny arasında gidip geldim bu değerlendirmede ancak Unics Kazan'ı altına alan Nizhny bi adım öne geçti. Sonuç olarak Limoges ve Cedevita'yı altına almasını Alba'nın pek sürpriz sayılmaz. Aynı şekilde Kızılyıldız da çok iyi performanlar ortaya koydu fakat grubunda dişli sayılabilecek bir takım bulunmuyordu.
EN İYİ 5:
BOBAN MARJANOVİC
Yukarıda kendisi ile ilgili değerlendirmeyi yapmıştık.
JAMES ANDERSON
İyi bir takım olan Zalgiris'in en önemli parçası idi. Anadolu Efes'e karşı oynayıp 2 sayı attığı maç hariç her maç istikrarlı ve çift haneli bir katkı verdi takımına. 17 sayı, 5.2 ribaunt ve 2.3 asist ortalamaları tutturdu. %39 ile üçlük attı.
SONY WEEMS
İşte all-around dediğimiz bir oyuncu. CSKA forması ile 9 maçta ortalama 30 dakika süre aldı. 14.7 sayı, 4.7 ribaunt, 4.7 asist yaptı maç başına. %39 ile üçlük atıp %52 ile ikilik attı. CSKA'nın başarısında bana göre en büyük payı olan oyuncu.
DEVIN SMITH
Bu kısıma Goudelock ile Smith arasında bir tercih yapmak zorunda idim ve malesef istikrarlı katkısı ile Devin Smith'i seçiyorum. Devin da yine tek maç hariç sürekli çift haneleri buldu. 9 maçta 31 dakika süre bulup 16.8 sayı, 7.1 ribaunt, 2.7 asist, 1.2 top çalma ile oynadı. Kariyerinin en iyi EL sezonunu geçiren Devin, %71 ile ikilik %37 ile üçlük attı.
TAYLOR ROCHESTIE
Bu pozisyon için de Heurtel ile Rochestie arasında kaldım ve tercihim Taylor Rochestie oldu. Her ne kadar iyi asist rakamları tuttursa da Heurtel, Rochestie oyunun hemen her alanında vardı. 20 sayı ve 5.8 asist ortalamaları tutturdu. Normal sezonun son iki maçını kaçırsa da onu TOP 16'da izleyecek olmak mutluluk verici.
Ante Tomic, Jamel Mclean, Andrew Goudelock, Nemenja Bjelica, Marcus Williams, Thomas Heurtel, Zoran Erceg, Brain Randle, Paulius Jankunas ve Tarence Kinsey gibi oyuncular da kimi değerlendirmelerde bu tarz değerlendirmelerde ilk 5'e girebilecek düzeydeydiler.
Cedi Osman, Hezonja, Mitrovic gibi gençlerin dikkat çekici seviyede çıkışları vardı.
Jan Vesely ve Stephen Lasme ne kadar iyi savunmacılar olduklarını gösterdiler.
Yazar: Dmitri Fedorovic
21 Aralık 2014 Pazar
20 Aralık 2014 Cumartesi
SEZON ŞİMDİ BAŞLIYOR
Bir ilk turun daha sonuna geldik. Daha önce de belirttiğimiz ve tecrübe ettiğimiz gibi ilk turun pek önemi yok Euroleague'de. Hazırlık kıvamında geçiyor ve takımın neler yaptığını, neler yapması gerektiğini göstermesi anlamında önem arz ediyor. Top 16 öncesi izlenimlerimi paylaşmak istedim. Önemli sürece yeni giriyoruz.
Turkish Airlines Euroleague C grubunu 8-2 dereceyle Barcelona'nın ardından 2. sırada bitirdik. Top 16 F grubundaki rakiplerimiz: Anadolu Efes, CSKA Moskova, EA7 Milano, Laboral Kutxa, Nizhny Novgorod, Olympiakos, Unicaja Malaga. İçerideki maçları kazanmak şart. Ben inanıyorum gruptan çıkacağımıza. Tahminim ve umudum zor da olsa 2. olarak çıkmamız.
İlk grubu ikiye ayırmak gerek. İlk 3 maç (özellikle OAKA'da oynanan Panathinaikos maçı) ve sonrası. Sezon başı olması itibarıyla ilk iki maçı kazansak da takımın dağınık görüntüsüne pek aldırmadım. Pana'ya deplasmanda mağlup olmak da olası bir sonuçtu fakat o maç karakter kırıntısı gösteremedik. İzleyenler hatırlar. Çok ağır ve ezici bir mağlubiyet aldık. Daha üzücüsü buna hiç reaksiyon göstermemiş olmamızdı.
Takım o hezimetten sonra bir kademe yükseltti vitesi. İçerideki Barcelona maçı başa baş gitse de son dakikalardaki akıl almaz hatalarımızdan ötürü kaybettik. Önemli olan bu hatalardan ders çıkartmak. O mağlubiyet takıma daha büyük artı olarak bile dönebilir. En azından ne yapmamamız gerektiğini gördük. Biz salondan/ekran başından bunları görürken Obradovic'in görmemesi söz konusu değil zira. Bu maç da son mağlubiyetimiz oldu grupta. Devamında gelen ivmeyi sonuna kadar götürmeyi başardık.
Derece ve sıralamanın neredeyse hiç önemi yok. Daha önemli olan iki maç vardı ilk turda. OAKA'daki hezimetten sonra içeride oynanacak Panathinaikos maçı ve Barcelona deplasmanı. Mesaj maçı niteliği de taşıdığı için ayrı öneme sahipti bu maçlar. Özellikle de Pana maçı. İki maçtan da alnımızın akıyla çıktık. Panathinaikos'dan OAKA'nın hesabını Ülker Arena'da sorduk ve güzel bir galibiyetle ayrıldık sahadan. Barcelona maçlarının ikisi de son derece keyifli geçti. Deplasmandaki maçta sinmeden başa baş bir oyun oynasak yeter diyordum ben maçtan iki üç hafta önce. Navarro, Oleson gibi isimlerin olmaması ibreyi daha da ortaya döndürdü. Güzel bir oyunla oradan da uzatmalar sonucu galip çıktık. Neyse burayı çok uzattım.
Transfer geyiğine de gireceğim biraz. Pota altı savunması en büyük soru işaretiydi kafamda. Vesely ve yükselen formuyla Semih güzel cevaplandırdılar o soruyu. Tabii istikrar anlamında Semih hala bir soru işareti yaratıyor olsa da ben kendisine ve uzun rotasyonumuza güveniyorum. İkinci soru işareti sosyal medyada da önüne gelenin dillendirdiği oyun kurucu eksikliğiydi. 'Pure' point guard olarak tabir ettiğimiz tipte bir oyuncumuz yoktu, hala da yok. Eğer elit bir isim olmayacaksa ben böyle devam edilmesini daha uygun buluyorum. Takımda topu dağıtabilecek birkaç isim var zaten ve bu da zaman zaman problem olsa da güzel bir hücum esnekliği sağlıyor. Tam saha baskı geldiğinde ve oyun tıkandığında sıkıntısını yaşıyoruz daha çok. Calathes, Teodosic gibi elit bir oyuncu almayacaksak hiç almayalım. Sezon başı pek hesaba katmadığım dış savunmacı eksikliği bence en belirgini. Çöpçü olarak tabir edebileceğimiz bir 3 numara. İyi dış savunmacı iyi şutör bir forvet. Aklıma gelen ilk oyuncu Zoran Dragic mesela. Tabii o Nba'e gitti sadece oyuncu tipini örnekledim. Guard rotasyonumuz çok şişik. Hickman takım iyiyken olumlu gözüktü fakat hala gereksiz. Zira Bogdanovic ve Goudelock var aynı pozisyonda. Hickman'ın yollanıp savunmacı bir 3 numaranın alınması çok faydalı olur.
Fenerbahçe Ülker bir hücum takımı. Savunmamız da geçen sezonki kadar dağınık değil. Yapısal anlamda birkaç soru işareti vardı sezon başı. Daha net gözlemler yapabildik bu süreçte.
En büyük artımız NEMANJA BJELICA. Geldiğinden bu yana takımda en sevdiğim oyuncu için söylemiyorum bunu. Çok özel bir oyuncu. Eğer olumlu oynar ve oyun içi devamlılık da sağlarsa takımı kanatlandırıyor. Her anlamda nefes aldırıyor takıma. Yayı açıyor, dribbling yapıyor, saha görüşü pozisyonuna göre çok iyi vs. Pek de anlatmama gerek yok kendisini. Goudelock inanılmaz başladı sezona. Avrupa'nın en formda skorerleri içerisinde ilk üçte sayabiliriz kendisini şu an. Vesely müthiş bir enerji katıyor ve istatistiklerin ötesinde katkı veriyor. Bogdanovic takıma ısındıktan sonra ne kadar değerli bir oyuncu olduğunu tekrar gösterdi. Semih iyi oynadığı zaman pota altında fark yaratıyor. Hem savunma hem de hücum anlamında. Maç başlarında Semih üzerinden oynuyoruz genelde ve erken faul problemine sokuyoruz bu dönemlerde rakibi.
Maçlar daha ciddi olacak artık. Hücumdaki pas trafiğini maksimize edersek kolay durdurulamayız. Malzeme buna çok uygun. Zaman zaman yaptık ilk turda da ve sonucun ne kadar olumlu olduğunu da gördük. Bunu arttırarak devam edersek ve savunma konstrasyonunu da üst düzeye çekersek ve dış savunmada topa baskıyı etkili şekilde arttırırsak Madrid'e gitmek hayal değil. Yolumuz açık olsun.
Turkish Airlines Euroleague C grubunu 8-2 dereceyle Barcelona'nın ardından 2. sırada bitirdik. Top 16 F grubundaki rakiplerimiz: Anadolu Efes, CSKA Moskova, EA7 Milano, Laboral Kutxa, Nizhny Novgorod, Olympiakos, Unicaja Malaga. İçerideki maçları kazanmak şart. Ben inanıyorum gruptan çıkacağımıza. Tahminim ve umudum zor da olsa 2. olarak çıkmamız.
İlk grubu ikiye ayırmak gerek. İlk 3 maç (özellikle OAKA'da oynanan Panathinaikos maçı) ve sonrası. Sezon başı olması itibarıyla ilk iki maçı kazansak da takımın dağınık görüntüsüne pek aldırmadım. Pana'ya deplasmanda mağlup olmak da olası bir sonuçtu fakat o maç karakter kırıntısı gösteremedik. İzleyenler hatırlar. Çok ağır ve ezici bir mağlubiyet aldık. Daha üzücüsü buna hiç reaksiyon göstermemiş olmamızdı.
Takım o hezimetten sonra bir kademe yükseltti vitesi. İçerideki Barcelona maçı başa baş gitse de son dakikalardaki akıl almaz hatalarımızdan ötürü kaybettik. Önemli olan bu hatalardan ders çıkartmak. O mağlubiyet takıma daha büyük artı olarak bile dönebilir. En azından ne yapmamamız gerektiğini gördük. Biz salondan/ekran başından bunları görürken Obradovic'in görmemesi söz konusu değil zira. Bu maç da son mağlubiyetimiz oldu grupta. Devamında gelen ivmeyi sonuna kadar götürmeyi başardık.
Derece ve sıralamanın neredeyse hiç önemi yok. Daha önemli olan iki maç vardı ilk turda. OAKA'daki hezimetten sonra içeride oynanacak Panathinaikos maçı ve Barcelona deplasmanı. Mesaj maçı niteliği de taşıdığı için ayrı öneme sahipti bu maçlar. Özellikle de Pana maçı. İki maçtan da alnımızın akıyla çıktık. Panathinaikos'dan OAKA'nın hesabını Ülker Arena'da sorduk ve güzel bir galibiyetle ayrıldık sahadan. Barcelona maçlarının ikisi de son derece keyifli geçti. Deplasmandaki maçta sinmeden başa baş bir oyun oynasak yeter diyordum ben maçtan iki üç hafta önce. Navarro, Oleson gibi isimlerin olmaması ibreyi daha da ortaya döndürdü. Güzel bir oyunla oradan da uzatmalar sonucu galip çıktık. Neyse burayı çok uzattım.
Transfer geyiğine de gireceğim biraz. Pota altı savunması en büyük soru işaretiydi kafamda. Vesely ve yükselen formuyla Semih güzel cevaplandırdılar o soruyu. Tabii istikrar anlamında Semih hala bir soru işareti yaratıyor olsa da ben kendisine ve uzun rotasyonumuza güveniyorum. İkinci soru işareti sosyal medyada da önüne gelenin dillendirdiği oyun kurucu eksikliğiydi. 'Pure' point guard olarak tabir ettiğimiz tipte bir oyuncumuz yoktu, hala da yok. Eğer elit bir isim olmayacaksa ben böyle devam edilmesini daha uygun buluyorum. Takımda topu dağıtabilecek birkaç isim var zaten ve bu da zaman zaman problem olsa da güzel bir hücum esnekliği sağlıyor. Tam saha baskı geldiğinde ve oyun tıkandığında sıkıntısını yaşıyoruz daha çok. Calathes, Teodosic gibi elit bir oyuncu almayacaksak hiç almayalım. Sezon başı pek hesaba katmadığım dış savunmacı eksikliği bence en belirgini. Çöpçü olarak tabir edebileceğimiz bir 3 numara. İyi dış savunmacı iyi şutör bir forvet. Aklıma gelen ilk oyuncu Zoran Dragic mesela. Tabii o Nba'e gitti sadece oyuncu tipini örnekledim. Guard rotasyonumuz çok şişik. Hickman takım iyiyken olumlu gözüktü fakat hala gereksiz. Zira Bogdanovic ve Goudelock var aynı pozisyonda. Hickman'ın yollanıp savunmacı bir 3 numaranın alınması çok faydalı olur.
Fenerbahçe Ülker bir hücum takımı. Savunmamız da geçen sezonki kadar dağınık değil. Yapısal anlamda birkaç soru işareti vardı sezon başı. Daha net gözlemler yapabildik bu süreçte.
En büyük artımız NEMANJA BJELICA. Geldiğinden bu yana takımda en sevdiğim oyuncu için söylemiyorum bunu. Çok özel bir oyuncu. Eğer olumlu oynar ve oyun içi devamlılık da sağlarsa takımı kanatlandırıyor. Her anlamda nefes aldırıyor takıma. Yayı açıyor, dribbling yapıyor, saha görüşü pozisyonuna göre çok iyi vs. Pek de anlatmama gerek yok kendisini. Goudelock inanılmaz başladı sezona. Avrupa'nın en formda skorerleri içerisinde ilk üçte sayabiliriz kendisini şu an. Vesely müthiş bir enerji katıyor ve istatistiklerin ötesinde katkı veriyor. Bogdanovic takıma ısındıktan sonra ne kadar değerli bir oyuncu olduğunu tekrar gösterdi. Semih iyi oynadığı zaman pota altında fark yaratıyor. Hem savunma hem de hücum anlamında. Maç başlarında Semih üzerinden oynuyoruz genelde ve erken faul problemine sokuyoruz bu dönemlerde rakibi.
Maçlar daha ciddi olacak artık. Hücumdaki pas trafiğini maksimize edersek kolay durdurulamayız. Malzeme buna çok uygun. Zaman zaman yaptık ilk turda da ve sonucun ne kadar olumlu olduğunu da gördük. Bunu arttırarak devam edersek ve savunma konstrasyonunu da üst düzeye çekersek ve dış savunmada topa baskıyı etkili şekilde arttırırsak Madrid'e gitmek hayal değil. Yolumuz açık olsun.
Etiketler:
Euroleague,
fenerbahçe,
Fenerbahçe Ülker,
obradovic,
top 16,
zeljko,
zeljko obradovic
26 Kasım 2014 Çarşamba
1 PUAN KAZANMAK VE DERS ALMAK
Fenerbahçe yediği golden sonra toparlanmaya çalıştı. Oyunu dönem dönem rakip yarı alana yıkmaya çalıştı ama istediği pozisyonları bir üretemedi. Neredeyse sadece sol kanat işledi. Rakip ilk toplarda önde bastı ve rahat oyun kurdurmadı Fenerbahçe'ye. Bu noktada Meireles de sorumluluktan kaçtı. Topal savunma arasına gelip oradan bu işi yapmaya çalıştıysa da çok verim alamadı Fenerbahçe. Emre Belözoğlu eksikliği net bir biçimde hissediliyordu sahada. Bu dönemde Diego sorumluluk almaya çalıştı. Sık sık orta yuvarlağın gerisine gelip oyun kurmaya çalıştı. Bu aslında kendisini hem fiziki olarak yıprattı hem de ideal bölgesinden uzaklaşmasına yol açtı ve doğal olarak da verimini düşürdü.
Fenerbahçe önde basan rakibinin baskısını kırsa bilse dörtlü veya beşli bir orta alan bloğunu savunmanın önüne kurdu Bursaspor ve adeta boşluk tanımadı sarı-lacivertlilere. Bu oyuncu yapısıyla Fenerbahçe'nin rakibi açmasının tek yolu bence kanatları kullanmaktı. Ancak Topal'ın, Meireles'in ve Gökhan'ın kötü performanslarına Caner'in de oyundan alınmaları eklenince Fenerbahçe adeta çöktü ofansta. İlk yarı yine ikinci yarıya oranla daha iyiydi Fenerbahçe. İkinci yarı ise golü bulmuş olmasına rağmen adeta sahadan silinmişti sarı lacivertliler. golü bulduğu 65. dakikadan sonra bir 10 dakika kadar varlık gösterdi ama sonra yine aynı senaryo devam etti. adeta 1 puana sevindi Fenerbahçe. Peki bu sıkıntılar nelerden kaynaklandı? 90 dakikaya birkaç başlıkta göz atalım:
MEHMET TOPAL
Geçen yılki Ersun Yanal futbolunun kritik ismiydi topal. Şampiyonluğun bana göre saha içindeki en kilit ismiydi. Çok fazla isim ön plana çıktı. Genel olarak da Caner Erkin şampiyonluğun kritik ismi seçildi insanlar tarafından ama bence baştan beri anahtar ismi Topal'dı. Fenerbahçe, 2012-2013 sezonunun ikinci yarısından bu yana 3 forvetle 4-3-3 oynuyor. Geçen yıldan beri de Caner-Gökhan ikilisiyle ofansif bekler kullanarak adeta 7-8 kişiyle hücum ediyor. İşte bu noktada takımın kontra zaafı yaşamaması açısından Topal en önemli rolü üstlendi. Hava hakimiyeti, alan parselizasyonu, ribaund alması, savunmayı üçlemesi, beklerin boşluklarını doldurması, kesiciliği gibi üstün özellikleri ve kritik rolleriyle Fenerbahçe'nin hem takım savunmasını hem de hücum devamlılığını sağladı. Rakibi ilk karşılayan, doğru pozisyon alarak hem kendisinin hem de savunamadaki arkadaşlarının alan dağılımını kolaylaştıran, rakibi yıpratan ve topları çalarak da atakları yeniden başlatan isim oldu Topal. Ancak Bursa maçında, Fenerbahçe kariyerindeki en kötü maçlarından birisini oynadı. Bu da hem takım savunmasını zaafa uğrattı hem de hücumda etkisiz bir Fenerbahçe oluşmasına neden oldu. Buna ek olarak Meireles'in de gölge adamlaşması, oyun kurmaktan kaçınması Fenerbahçe'nin orta sahasının Bursaspor orta sahası karşısında ezilmesine neden oldu. Maç boyunca bu orta saha eksikliğini yaşadı Fenerbahçe.
CANER'İN OYUNDAN ERKEN ALINMASI
Caner geçen sezon Erciyes maçında da bu tip bu durumla karşı karşıya kalmıştı. Açıkçası çok ders aldığını söylemeyiz. Ancak bence bu maçtaki ruh hali geçen senekinden farklıydı. Yine gergindi ama kırmızı karta o kadar meyilli değildi. Yine de bu kısım İsmail Hoca'nın değerlendirmesi gereken kısımdı ve Caner'i oyundan almakta karar kıldı. Ancak benim burada eleştireceğim nokta Caner'in ofansif veriminden mahrum kalmak. Gerçekten oyundan alındığı 35. dakikaya kadar Fenerbahçe'nin hücumlarının neredeyse tek etkili ismiydi. Gökhan'ın formu çok iyi değildi ve orta alana kilitlenen oyunu açmak ancak kanatlar yoluyla olabilirdi ve bu noktada da eldeki tek alternatif Caner'di. Ancak hoca bu riski almayı tercih etmedi ve Caner maçı tamamlayamadı. Savunmada verdiği açıklar da Caner'in çıkmasında etkili oldu ama bu sadece Caner'le ilgili bir sıkıntı değildi. Takım savunması genel anlamda kötü durumdaydı ve bunda yine Topal'ın formsuz oluşu baş etkendi. Zaten üstte değindim bu konuya.
Gökhan'ın bu sezon görev aldığı 10 maçtaki(892 dk.) saha yayılışı |
Caner'in bu sezon görev aldığı 9 maçtaki(659 dk.) saha yayılışı |
Aslında anlatmak istediğim biraz da bu. Caner süre aldığı dönemde, kendi kanat koridorundaki yayılışını daha çok orta alanın ön bölgesinde hücum kısmında yapıyor. Yani 2. ve 3. bölgede daha çok topla oynuyor Caner, oralarda daha fazla zaman geçiriyor. Gökhan ise 2. bölgeye daha fazla mahkum kalmış Caner'e oranla. 3. bölgede Caner'den çok görünmüş olma sebebi de aradaki yaklaşık 250 dakikalık süre farkı. Kendi aldıkları süreler içerisindeki, kendi yayılışlarını kontrol edersek ve oranlarsak Caner, Gökhan'dan daha fazla 3. bölgeye gitmiş. Bu da zaten bizim için ne kadar önemli bir hücum silahı olduğunu anlatmaya yetiyor. Bursa maçında da bundan dolayı hocanın onu oyunda tutmasını beklerdim.
DİEGO-SOW DEĞİŞİKLİĞİ VE EMRE
İkinci yarıda 56. dakikada sakatlandı Diego ve yerine Sow girdi. Emenike, bu tip maçlarda stoperler arasında adeta eriyip gidiyor. Bu oyun bilgisine çok fazla sahip değil. Böyle durumlarda kendisini sağ veya sol kanada yakın oynatmak en mantıklısı. Zaten Sow oyuna girdiğinde merkeze geçti ve Emenike de sol kanada kaydı. Bu dakikadan sonra Emenike sahada varlık gösterebilmeye başladı. Ancak yine de benim takıldığım nokta Emre oldu. Oyuna girmesi için neden 85. dakika beklendi anlayamıyorum. Hafta içi 3-4 antrenmana çıkabilmiş, 90 dakikayı çıkaramayacağı aşikar ama en azından son yarım saatlik dilimde kendisi kullanılabilirdi. Çünkü hem orta saha dinamizmi için hem de oyun kurup topu yönlendirebilmek açısından etkili olurdu Emre.
Genel anlamda Bursaspor orta sahası karşısında ezilen, bireysel performansların düşük kaldığı, değişikliklerin etki etmediği bir maçtı Fenerbahçe için. İlk yarıda çok mahkum bir oyun oynamadı Fenerbahçe ama üretkenlikten de uzaktı. İkinci yarıda ise işler iyice sarpa sardı ve adeta kabus gibi bir 45 dakika geçildi. Futbol şansının yanımızda olmasından ötürü 1 puanı kurtarabildik. Gelecek maçlar ciddi dersler çıkarılabilecek bir maçtı bu maç. Ben 1 puanın çok kötü olmadığı kanaatindeyim. Eğer gereken dersler alınırsa bundan sonra 7 maçın 7'si de kazanılabilir. Buna engel hiçbir durum yok. Ayrıca Deigo'yu daha çok iç saha maçlarında kullanmamız gerektiğini de gördük bence. Bir önceki Çaykur Rizespor maçıyla birlikte düşünülüp değerlendirildiğinde çıkarılacak çok fazla ders var. İsmail Hoca ve ekibi bu derslere çalışıyordur. Birçok şey olumsuz geçse de uzun vadede bizim için iyi bir maç olacağı kanısındayım. Yolumuz açık olsun. Ne olursa olsun bu ligin anahtarı hala bizim elimizde. Şampiyonu Fenerbahçe belirleyecek.
(sokriston)
23 Kasım 2014 Pazar
OBRADOVIC'İN TENCERESİ, IVKOVIC'İN DEĞNEĞİ, KAAN KURAL'IN AT GÖZLÜĞÜ
İsminden de anlaşılacağı gibi bu yazı üç ayrı başlıktan oluşuyor aslında. Obradovic, Ivkovic ve Kaan Kural. Nasıl yani diye soranları yazının devamını okumaya davet ediyoruz.
Daha önceki bir yazımızda Obradovic'in planları için bir şeyler karalamıştık. Merak edenleri şöyle alalım. O yazıda özetle; Obra'nın hem sözleşmesi devam eden oyuncuları değerlendirmek hem de Kleiza fiyaskosu ile sezonu bitirmek zorunda kaldığını ve bu sene kendi kadro mühendisliği ile bir şeyler planladığını anlattık.
2014-15 sezonuna bir iyi bir kötü başlangıç yaptı Fenerbahçe Ülker Euroleague'de. İlk iki maçında Milano ve Turow'u geçen ekibimiz, daha sonra Pao hezimetini yaşadı ve ardından kıl payı da olsa evimizde Barca'ya boğun eğdik.
Kaybedilen iki maçtan sonra eleştiriler oyun kurucu ekseninde yoğunlaşmıştı. (belki hala da öyle) Hickman'ın kalitesi dahil her yönü tartışılıyordu. Bogdan Bogdanovic henüz takıma adapte olamamış ve sahada yer aldığı dakikalarda verimliliği çok düşmüştü. Olay dönüp dolaşıp Obradovic'in yaptırdığı transferlere ve oyun sistemine geliyordu. Oysa ki biz "güzel bir takım" kurulduğunu iddia etmiştik. Elbette ki eleştirilerde haklılık payı vardı. Yine de savunmamız temel anlayışı yerindeydi ve hücumumuzdaki problemler de aşılamayacak gibi değildi. Umutlu olduğumuzu hem burada hem Fenerbahçe Sözlük platformunda defalarca dile getirdik.
EL'de oynanan 3. ve 4. maçın istatistikleri umutsuzluğa düşürecek derecede kötü sinyaller veriyordu. Kabul etmek gerekir ki Pao maçı örnekleme alınamayacak derecede ekstra bir maçtı.Rakip takımın maç içerisinde %90'lara oranda üçlük atması ve maç boyu 54 sayıyı sadece üçlükten bulması gardımızı düşüren en önemli unsur oldu. Aynı maçta Fenerbahçe 21 denemede 4 üçlük bulabiliyordu. Halbuki asist ve top kaybı rakamları da fena değildi. Fakat şunun altını önemle çizmek gerekir ki Goudelock ve Bogdanovic'in takım içindeki rolünü benimseyememesi Fenerbahçe'nin atak planını çok etkiliyor. Bu ikili birbirine takıma adapte oldukça Fenerbahçe'nin dış atış yüzdesinde gözle görülür bir değişim olacaktı. Nitekim öyle de oldu. Fenerbahçe Pınar Karşıyaka, Bayern Münih,
Galatasaray ve Milano maçlarında topu nispeten daha iyi paylaştı ve çok da zorlanmadan aldı maçı. Obradovic'in tencereye koyduğu malzemelerden bir yemek kokusu gelmeye başladı.
Fenerbahçe'nin mevcut kadro yapısında fundementalı yüksek, all around oyunu iyi becerebilen, genel olarak da savunma zekasına sahip Bogdan Bogdanovic, Goudelock, Emir Preldzic, Kenan Sipahi, Bjelica; hatta çok forma şansı bulamasalar da Melih, Serhat, Berk gibi basketbolcuların yanına Heurtel'i eklemek takım oyununu zedeleyecektir. O yüzden Hickman konusunda biraz daha sabırdan yanayım.
Yazımızın ikinci şahısı Dusan Ivkovic. İvkovic senelerdir para harcayıp bir türlü eski ekol günlerine dönemeyen Efes için belki de son başvuru mercii idi. Artık yapsan yapsan sen yaparsın denildi Dusan'a. Anadolu Efes'in kadro yapısındaki başlıca eleştiri de guard pozisyonunda yeterli sayıda kaliteli oyuncu bulunmadığı idi. Draper, Janning transferleri pek şaşaalı olmayan, görev oyuncusu transferleri idi. Oysa ki Ivkovic, Cedi Osman ve Furkan Korkmaz'ı rotasyona katarak hem Türk basketboluna büyük bir iyilik yaptı hem de Anadolu Efes'in guard pozisyonunda elini güçlendirdi.
Bir savunma virtüözü olan Ivkovic, bu özelliğini jet hızıyla Efes'e yerleştirdi. Adeta sihirli değneği ile dokundu takıma. Her topa atlayan, sıkı savunma yapan, dolayısıyla kapasitesinin tamamına yakınını sahaya yansıtan bir takım ortaya çıktı. Evet, bu takım bir sonraki turda daha çok zorlanabilir ama geleceğe yönelik çok önemli bir adım atmış oldular.
Geçtiğimiz günlerde sporaslan.com'da Kaan Kural'ın bir röportajı yer aldı. Yaptığı teknik yorumları hayret ile okudum. Kaan Kural'ın NBA tandanslı basketbol bilgisine saygı duymakla birlikte söz konusu Galatasaray olunca sağlıklı yorum yapamadığını düşünüyorum.
Fenerbahçe ile Galatasaray'ın kadro yapısını değerlendirdiği şöyle sözleri mevcut: "Kadro bu sezon çok iyi. Her konuda alternatifi var, esnekliği var, değişkenliği var. Nolan Smith kalsaydı onu 1 numarada oynatabilirdiniz, Carlos Arroyo’nun dinlendirilme imkanı olurdu. Çok farklı özelliklere sahip kanatlar var, dünya basketbolunda kanat oyuncularının değişkenliği çok önemli. Pocius’undan Micov’una, Aradori’sine... Hepsi farklı tip oyuncular. Mesela Fenerbahçe’nin sorunlarının en önemlisi aynı tip oyunculardan kurulmuş olması."
Aynı tip oyunculardan kurulduğunu iddia ettiği Fenerbahçe'de ben aynı tip iki oyuncu bile göremiyorum. 4 numara pozisyonunda Bjelica ve Vesely, 5 numara pozisyonunda Semih ve Zoric-Oğuz ikilisinin, Emir ve diğer oyuncuların, Goudelock ve Bogdan Bogdanovic'in, Kenan Sipahi ve Hickman'ın ve bu saydığım bütün oyuncuların birbiriyle oyun tarzı anlamında, yani Kaan Kural'ın aynı tip diye anlattığı anlamda en ufak bir benzerlikleri yok. Fenerbahçe kadrosunda sadece Oğuz ve Zoric ikilisini benzer tarzda farzetmek mümkün. İşin Avrupa yakasında ise bu benzerlikler bence daha da mevcut. Guard rotasyonunda Aradori dışında doğru düzgün all aorund oyuncu yok. Takım Arroyo'nun eline haddinden fazla bakıyor. Sanırım kendisi moda olan "oyun kurucu yok" argümanından yola çıkarak, biraz da ait olduğu camiaya yaranma güdüsüyle basketbola ihanet eden yorumlarda bulunmuş. Geçen seneki final serisi yorumları ile zaten hanesine eksi puan yazdırmıştı.
Kaan Kural'ın her şey var dediği Galatasaray pota altı nedense pota altı güçlü her takım karşısında delik deşik oldu. Bunu önceden görmek de çok zor değildi. Elbette Furkan ve K.Gönlüm iyi savunmacılar fakat bu iki oyuncudan hücumda katkı almak mümkün olmadığından Erceg gibi, Jawai gibi savunma konusunda yoksul oyuncularla oynamaya makhumsunuz. Sanırım Kaan Kural bütün pota altı oyuncularını aynı anda oynatmayı düşünüyor. Oysa ki basketbolda kadro kimyası dediğimiz nosyon "o var bu var" şeklinde değil, "o varken, bu var" şeklinde analiz edilmeli.
(dmitri fedorovic)
Daha önceki bir yazımızda Obradovic'in planları için bir şeyler karalamıştık. Merak edenleri şöyle alalım. O yazıda özetle; Obra'nın hem sözleşmesi devam eden oyuncuları değerlendirmek hem de Kleiza fiyaskosu ile sezonu bitirmek zorunda kaldığını ve bu sene kendi kadro mühendisliği ile bir şeyler planladığını anlattık.
2014-15 sezonuna bir iyi bir kötü başlangıç yaptı Fenerbahçe Ülker Euroleague'de. İlk iki maçında Milano ve Turow'u geçen ekibimiz, daha sonra Pao hezimetini yaşadı ve ardından kıl payı da olsa evimizde Barca'ya boğun eğdik.
Kaybedilen iki maçtan sonra eleştiriler oyun kurucu ekseninde yoğunlaşmıştı. (belki hala da öyle) Hickman'ın kalitesi dahil her yönü tartışılıyordu. Bogdan Bogdanovic henüz takıma adapte olamamış ve sahada yer aldığı dakikalarda verimliliği çok düşmüştü. Olay dönüp dolaşıp Obradovic'in yaptırdığı transferlere ve oyun sistemine geliyordu. Oysa ki biz "güzel bir takım" kurulduğunu iddia etmiştik. Elbette ki eleştirilerde haklılık payı vardı. Yine de savunmamız temel anlayışı yerindeydi ve hücumumuzdaki problemler de aşılamayacak gibi değildi. Umutlu olduğumuzu hem burada hem Fenerbahçe Sözlük platformunda defalarca dile getirdik.
EL'de oynanan 3. ve 4. maçın istatistikleri umutsuzluğa düşürecek derecede kötü sinyaller veriyordu. Kabul etmek gerekir ki Pao maçı örnekleme alınamayacak derecede ekstra bir maçtı.Rakip takımın maç içerisinde %90'lara oranda üçlük atması ve maç boyu 54 sayıyı sadece üçlükten bulması gardımızı düşüren en önemli unsur oldu. Aynı maçta Fenerbahçe 21 denemede 4 üçlük bulabiliyordu. Halbuki asist ve top kaybı rakamları da fena değildi. Fakat şunun altını önemle çizmek gerekir ki Goudelock ve Bogdanovic'in takım içindeki rolünü benimseyememesi Fenerbahçe'nin atak planını çok etkiliyor. Bu ikili birbirine takıma adapte oldukça Fenerbahçe'nin dış atış yüzdesinde gözle görülür bir değişim olacaktı. Nitekim öyle de oldu. Fenerbahçe Pınar Karşıyaka, Bayern Münih,
Galatasaray ve Milano maçlarında topu nispeten daha iyi paylaştı ve çok da zorlanmadan aldı maçı. Obradovic'in tencereye koyduğu malzemelerden bir yemek kokusu gelmeye başladı.
Fenerbahçe'nin mevcut kadro yapısında fundementalı yüksek, all around oyunu iyi becerebilen, genel olarak da savunma zekasına sahip Bogdan Bogdanovic, Goudelock, Emir Preldzic, Kenan Sipahi, Bjelica; hatta çok forma şansı bulamasalar da Melih, Serhat, Berk gibi basketbolcuların yanına Heurtel'i eklemek takım oyununu zedeleyecektir. O yüzden Hickman konusunda biraz daha sabırdan yanayım.
Yazımızın ikinci şahısı Dusan Ivkovic. İvkovic senelerdir para harcayıp bir türlü eski ekol günlerine dönemeyen Efes için belki de son başvuru mercii idi. Artık yapsan yapsan sen yaparsın denildi Dusan'a. Anadolu Efes'in kadro yapısındaki başlıca eleştiri de guard pozisyonunda yeterli sayıda kaliteli oyuncu bulunmadığı idi. Draper, Janning transferleri pek şaşaalı olmayan, görev oyuncusu transferleri idi. Oysa ki Ivkovic, Cedi Osman ve Furkan Korkmaz'ı rotasyona katarak hem Türk basketboluna büyük bir iyilik yaptı hem de Anadolu Efes'in guard pozisyonunda elini güçlendirdi.
Bir savunma virtüözü olan Ivkovic, bu özelliğini jet hızıyla Efes'e yerleştirdi. Adeta sihirli değneği ile dokundu takıma. Her topa atlayan, sıkı savunma yapan, dolayısıyla kapasitesinin tamamına yakınını sahaya yansıtan bir takım ortaya çıktı. Evet, bu takım bir sonraki turda daha çok zorlanabilir ama geleceğe yönelik çok önemli bir adım atmış oldular.
Geçtiğimiz günlerde sporaslan.com'da Kaan Kural'ın bir röportajı yer aldı. Yaptığı teknik yorumları hayret ile okudum. Kaan Kural'ın NBA tandanslı basketbol bilgisine saygı duymakla birlikte söz konusu Galatasaray olunca sağlıklı yorum yapamadığını düşünüyorum.
Fenerbahçe ile Galatasaray'ın kadro yapısını değerlendirdiği şöyle sözleri mevcut: "Kadro bu sezon çok iyi. Her konuda alternatifi var, esnekliği var, değişkenliği var. Nolan Smith kalsaydı onu 1 numarada oynatabilirdiniz, Carlos Arroyo’nun dinlendirilme imkanı olurdu. Çok farklı özelliklere sahip kanatlar var, dünya basketbolunda kanat oyuncularının değişkenliği çok önemli. Pocius’undan Micov’una, Aradori’sine... Hepsi farklı tip oyuncular. Mesela Fenerbahçe’nin sorunlarının en önemlisi aynı tip oyunculardan kurulmuş olması."
Aynı tip oyunculardan kurulduğunu iddia ettiği Fenerbahçe'de ben aynı tip iki oyuncu bile göremiyorum. 4 numara pozisyonunda Bjelica ve Vesely, 5 numara pozisyonunda Semih ve Zoric-Oğuz ikilisinin, Emir ve diğer oyuncuların, Goudelock ve Bogdan Bogdanovic'in, Kenan Sipahi ve Hickman'ın ve bu saydığım bütün oyuncuların birbiriyle oyun tarzı anlamında, yani Kaan Kural'ın aynı tip diye anlattığı anlamda en ufak bir benzerlikleri yok. Fenerbahçe kadrosunda sadece Oğuz ve Zoric ikilisini benzer tarzda farzetmek mümkün. İşin Avrupa yakasında ise bu benzerlikler bence daha da mevcut. Guard rotasyonunda Aradori dışında doğru düzgün all aorund oyuncu yok. Takım Arroyo'nun eline haddinden fazla bakıyor. Sanırım kendisi moda olan "oyun kurucu yok" argümanından yola çıkarak, biraz da ait olduğu camiaya yaranma güdüsüyle basketbola ihanet eden yorumlarda bulunmuş. Geçen seneki final serisi yorumları ile zaten hanesine eksi puan yazdırmıştı.
"Kadro
harika ama kadrodan bahsedemezsin ki. Bence Nolan Smith en önemli
oyuncuydu. Arroyo’yu Hagi ile paralel tutarsan, Nolan Smith oynasaydı
Popescu olurdu. Popescu’nun önemini anlarsan ne kadar değerli olduğunu
görürsün.
Vougioukas’la
Furkan tamam! Savunma bitti, başka kimseye gerek kalmadı. Nathan Jawai
işin hucüm kısımını yaparsa... Bitmiyor ki! Galatasaray’ın kadrosu
acayip. Jawai iç tehdit, Zoran Erceg dış tehdit. Furkan çok iyi
savunmacı, Vougioukas daha uzunu. Her şey var!"Kaan Kural'ın her şey var dediği Galatasaray pota altı nedense pota altı güçlü her takım karşısında delik deşik oldu. Bunu önceden görmek de çok zor değildi. Elbette Furkan ve K.Gönlüm iyi savunmacılar fakat bu iki oyuncudan hücumda katkı almak mümkün olmadığından Erceg gibi, Jawai gibi savunma konusunda yoksul oyuncularla oynamaya makhumsunuz. Sanırım Kaan Kural bütün pota altı oyuncularını aynı anda oynatmayı düşünüyor. Oysa ki basketbolda kadro kimyası dediğimiz nosyon "o var bu var" şeklinde değil, "o varken, bu var" şeklinde analiz edilmeli.
(dmitri fedorovic)
31 Ekim 2014 Cuma
KÖTÜ GÜNLERDE FENERBAHÇE TARAFTARININ MOUSSA SOW İLE İMTİHANI
Senelerdir onlarca farklı sebepten kimyası bozulan Fenerbahçe taraftarının tribündeki tepkileri de giderek dengesizleşiyor. Fenerbahçeli olmak ne kadar mükemmel bir duygu olursa
olsun sinirleri yıpratma açısından ve dengeyi yitirme açısından da o
kadar mükemmel bir duygu.
Şike sürecinden sonra 2 yıl boyunca gerçekten çok yıprandık. hem saha içinde hem saha dışında bir sürü sıkıntıyla boğuştuk. Başarılıydık da bu süreçte ama lig şampiyonluğu gelmediği için herkes huzursuzdu. Ardından geçen sezon Ersun Hoca geldi. Tarihimizin en erken şampiyonluğunu yaşadık. Hatta kafalarda, içerideki Bursaspor maçını aldığımızda şampiyon olmuştuk. Sadece matematiksel garantiyi bekliyorduk. Düşünün; Arena‘ya gidiyorsunuz, bitime 6 hafta var ama siz hiçbir şeyi umursamıyorsunuz çünkü kafada kupayı kaldırmışsınız. Harika bir duygu. Tam bu rahatlığı özümseyip artık yeni sezonun şampiyonluğuna odaklanıp şampiyonlar ligi hayali kurarken teknik direktörünüz gidiyor. 4 senedir yardımcı antrenörlük yapan eski futbolcunuz takımın başına geçiyor. Taraftar sevmiş Ersun Hoca‘sını, ısınmış ona. Uzun vadeli hayaller kuruyor ama başkan çıkıp iki-üç oyuncunun gazıyla kovuyor Ersun Hoca‘nızı. Neyse diyorsunuz bir şekilde. Fenerbahçe sonuçta burası, dalgalar eksik olmaz. "Bir lig başlasın hele." diyor herkes. Asıl kıyamet o zaman kopacak işte, haberimiz yok.
Lig başlıyor. 7 hafta geçiyor. Deplasman galibiyeti yok. İçerideki maçları da ya penaltıyla alıyorsun ya da rakiplerin basit hatalarıyla. Hatta bırak gol atmayı gol pozisyonuna bile giremiyorsun. 7 maçta alınan 13 puan var elde. Atılan 9 ve yenilen 8 gol var bir de. Oynanan oyun mu? O yok işte. Sahada oyun filan oynanmıyor, gerçekten bir sistem yok takımda. Oyuncular desen her biri ayrı alemde. Formsuzluklar, sakatlıklar, ruhsuzluklar, disiplinsizlikler, acayip kırmızı kartlar vs. ne oluyor lan bu takıma diyorsunuz? Cevap yok tabii ki. Harbiden ne oluyor lan bu takıma? 2-3 ay içerisinde nasıl kesinlikler yerini soru işaretlerine bırakmıştı? Doğru ya! Burası Fenerbahçe.
İsmail kartal‘a mı kızmak lazımdı? Yoksa destek mi olmalı var gücümüzle. İkisini de yapamamaktayız bu aralar. Saha içindeki taktik ve performans yanlışlıklarına/eksikliklerine kızarken bir yandan da desteklemek gerekiyor çünkü hala Fenerbahçe futbol takımının başında o var. O gitsin diye yenilmeyi isteyecek kadar küçülmek olmaz. Ancak bir tek şunu istiemek lazım Hoca'dan: şu takımın artık bir sistemi olsun. Oturması zaman alsın mesele değil ama sistemi olsun. Ne oynadığını ve oynayacağını bilsin takım. Sabır da vakit de çok bizde. Sabretmeyi kimse bizden iyi beceremez zaten. Yeter ki umut olsun sahada.
Tam da bu sırada durup düşünülmesi gereken bir nokta var: oyuncular. Geçen sezonun ikinci yarısında çalışmamak için hocayla sıkıntılar yaşayan, sezon sonunda hocayı gönderen adamlar şu an ne düşünüyor acaba? Aldıkları paraları helal diye yiyebiliyorlar mı(her oyuncu için değil bu sözüm. süreçteki baş aktörlere)? Takım bu sene çok çok rahat şampiyon olabilmeli. Ligin durumu bu ama şampiyon olma ihtimalimiz giderek azalıyor. Ya olamazsak ne düşünür bu efendiler? Aldıkları parayı filan da geçtim. Vermesin yönetim o parayı. Sen verirsen adam niye almasın değil mi? Kendilerine olan saygılarını merak ediyorum. Aynaya baktıklarında ne görecekler acaba bu takım başarısız olursa? Sadece başarı da değil derdim. İşini yapan adamı yollamak, kendi keyfin için yollamak başlı başına bu sorularıma cevap gerektirir. Bir de sahadaki pasif ve ruhsuz halleri var. Her şeyini maddi ve manevi olarak bu kulübe aktaran yüz binlerce insanın emeğini bu kadar kolayca yok sayabilmek, hatta ihanet edebilmek ve hala kendini fenerbahçe efsanesi olarak görebilmek nasıl bir duygu acaba? Sadece 7 hafta oldu. Karalar bağlamak için erken. Umalım da silkinip kendilerine gelirler.
Taraftarın asıl çelişkisi ise Moussa Sow. Bu adamı bu kadar sevdiren şey ne? Emenike kabul ki çok formda değil. E Sow'un da bu adamdan aşağı kalır yanı var mı? Çok fazla mücadele ediyor da fark mı edilmiyor? Sow oyundan çıkarken bütün tribünler adını haykırıyor. Elbette tribünler adını haykırsın lafımız yok ama her oyuncuya yapılmıyor bu. Sahada mücadele eden adamlara çifte standardın alasını uyguluyor taraftar. Bakıyorsun bu adam götü göbeği salmış, formsuz ve hatta bazen ruhsuz ama taraftar hala taparcasına seviyor bu adamı, destekliyor. Tamam taraftar bazı oyunculara özel bir ilgi gösterir ama Sow‘unki abartı haline geldi. Secdeye gidiyor diye mi bu halde acaba? Ya hu Selçuk kaç senedir takımdasın bir secdeye gitmek aklına gelmedi ha! Bu kadar laf işitir miydin yoksa! Gerçekten de insan farklı sebepler aramaya başlıyor Sow‘la ilgili. Umarım kendisini toparlar da bu taraftarın aşırı sevgisini yeniden hak etmeye başlar. Hiç bu kadar kötü olmamıştı formu. Mevcut "sempatik" imajını "sürdürülebilir" kılmak onun elinde. Ya da sonsuz bir krediye mi sahip? Zaman gösterecek.
Başlarda da bahsedildi bu taraftar çok çekti diye ama şu oyuncu değerlendirmelerine bir standart getirsinler artık. Haftadan haftaya adam asıp durulmasın lütfen. Bir oyuncunun profili vardır. Ne oynar, nasıl oynar, kaçlık oynar, takıma ne verir, devamlılığı nasıldır, rolü esnek midir vs. bunları bilirsin. Onun dışında da uzun lig ve kupa maratonlarında performansına göre yorum yapılır. Bu işin doğalıdır ama bizde durum bazen farklı işliyor. Hele de takım iyi gitmiyorsa... Adam bir hafta göğe çıkardığı oyuncuyu öbür hafta futbolcu saymıyor. Yahu güzel kardeşim bir sakin ol. Tamam kötü oynadıkları için eleştirelim ama bir standardımız olsun değil mi? Hayat denge üstüne kurulu çünkü. Futboldan nasıl soyutlarsın ki bu işi? İşte bu konuda biraz sitem etmek lazım renktaşlara. Lütfen azıcık standart tutturun. Başarısızlığın olduğu yerde devreye "adam asmaca" oyunu giriyor. Sadece futbol için de geçerli değil bu durum. Bugünlerde basketbol takımımızın da benzer bir süreçten geçtiği görülebilir.
Türk futbolu sürekli dibe indikçe zihniyetlerde doğru orantılı dibe iniyor. Bundan bağımsız olarak; bizim takım içi değişkenler öyle keskin ki Türk futboluna gerek kalmıyor. Sağ olsun başkanımız filan bir şekilde gidişatı bir anda bambaşka hale getiriyor. Halbuki istikrarı azıcık yakalasak iş tamam olacak.
(yazı sokriston'a ait. ufak tefek düzenleme ve eklemeler dmitri tarafında yapılmıştır.)
Şike sürecinden sonra 2 yıl boyunca gerçekten çok yıprandık. hem saha içinde hem saha dışında bir sürü sıkıntıyla boğuştuk. Başarılıydık da bu süreçte ama lig şampiyonluğu gelmediği için herkes huzursuzdu. Ardından geçen sezon Ersun Hoca geldi. Tarihimizin en erken şampiyonluğunu yaşadık. Hatta kafalarda, içerideki Bursaspor maçını aldığımızda şampiyon olmuştuk. Sadece matematiksel garantiyi bekliyorduk. Düşünün; Arena‘ya gidiyorsunuz, bitime 6 hafta var ama siz hiçbir şeyi umursamıyorsunuz çünkü kafada kupayı kaldırmışsınız. Harika bir duygu. Tam bu rahatlığı özümseyip artık yeni sezonun şampiyonluğuna odaklanıp şampiyonlar ligi hayali kurarken teknik direktörünüz gidiyor. 4 senedir yardımcı antrenörlük yapan eski futbolcunuz takımın başına geçiyor. Taraftar sevmiş Ersun Hoca‘sını, ısınmış ona. Uzun vadeli hayaller kuruyor ama başkan çıkıp iki-üç oyuncunun gazıyla kovuyor Ersun Hoca‘nızı. Neyse diyorsunuz bir şekilde. Fenerbahçe sonuçta burası, dalgalar eksik olmaz. "Bir lig başlasın hele." diyor herkes. Asıl kıyamet o zaman kopacak işte, haberimiz yok.
Lig başlıyor. 7 hafta geçiyor. Deplasman galibiyeti yok. İçerideki maçları da ya penaltıyla alıyorsun ya da rakiplerin basit hatalarıyla. Hatta bırak gol atmayı gol pozisyonuna bile giremiyorsun. 7 maçta alınan 13 puan var elde. Atılan 9 ve yenilen 8 gol var bir de. Oynanan oyun mu? O yok işte. Sahada oyun filan oynanmıyor, gerçekten bir sistem yok takımda. Oyuncular desen her biri ayrı alemde. Formsuzluklar, sakatlıklar, ruhsuzluklar, disiplinsizlikler, acayip kırmızı kartlar vs. ne oluyor lan bu takıma diyorsunuz? Cevap yok tabii ki. Harbiden ne oluyor lan bu takıma? 2-3 ay içerisinde nasıl kesinlikler yerini soru işaretlerine bırakmıştı? Doğru ya! Burası Fenerbahçe.
İsmail kartal‘a mı kızmak lazımdı? Yoksa destek mi olmalı var gücümüzle. İkisini de yapamamaktayız bu aralar. Saha içindeki taktik ve performans yanlışlıklarına/eksikliklerine kızarken bir yandan da desteklemek gerekiyor çünkü hala Fenerbahçe futbol takımının başında o var. O gitsin diye yenilmeyi isteyecek kadar küçülmek olmaz. Ancak bir tek şunu istiemek lazım Hoca'dan: şu takımın artık bir sistemi olsun. Oturması zaman alsın mesele değil ama sistemi olsun. Ne oynadığını ve oynayacağını bilsin takım. Sabır da vakit de çok bizde. Sabretmeyi kimse bizden iyi beceremez zaten. Yeter ki umut olsun sahada.
Tam da bu sırada durup düşünülmesi gereken bir nokta var: oyuncular. Geçen sezonun ikinci yarısında çalışmamak için hocayla sıkıntılar yaşayan, sezon sonunda hocayı gönderen adamlar şu an ne düşünüyor acaba? Aldıkları paraları helal diye yiyebiliyorlar mı(her oyuncu için değil bu sözüm. süreçteki baş aktörlere)? Takım bu sene çok çok rahat şampiyon olabilmeli. Ligin durumu bu ama şampiyon olma ihtimalimiz giderek azalıyor. Ya olamazsak ne düşünür bu efendiler? Aldıkları parayı filan da geçtim. Vermesin yönetim o parayı. Sen verirsen adam niye almasın değil mi? Kendilerine olan saygılarını merak ediyorum. Aynaya baktıklarında ne görecekler acaba bu takım başarısız olursa? Sadece başarı da değil derdim. İşini yapan adamı yollamak, kendi keyfin için yollamak başlı başına bu sorularıma cevap gerektirir. Bir de sahadaki pasif ve ruhsuz halleri var. Her şeyini maddi ve manevi olarak bu kulübe aktaran yüz binlerce insanın emeğini bu kadar kolayca yok sayabilmek, hatta ihanet edebilmek ve hala kendini fenerbahçe efsanesi olarak görebilmek nasıl bir duygu acaba? Sadece 7 hafta oldu. Karalar bağlamak için erken. Umalım da silkinip kendilerine gelirler.
Taraftarın asıl çelişkisi ise Moussa Sow. Bu adamı bu kadar sevdiren şey ne? Emenike kabul ki çok formda değil. E Sow'un da bu adamdan aşağı kalır yanı var mı? Çok fazla mücadele ediyor da fark mı edilmiyor? Sow oyundan çıkarken bütün tribünler adını haykırıyor. Elbette tribünler adını haykırsın lafımız yok ama her oyuncuya yapılmıyor bu. Sahada mücadele eden adamlara çifte standardın alasını uyguluyor taraftar. Bakıyorsun bu adam götü göbeği salmış, formsuz ve hatta bazen ruhsuz ama taraftar hala taparcasına seviyor bu adamı, destekliyor. Tamam taraftar bazı oyunculara özel bir ilgi gösterir ama Sow‘unki abartı haline geldi. Secdeye gidiyor diye mi bu halde acaba? Ya hu Selçuk kaç senedir takımdasın bir secdeye gitmek aklına gelmedi ha! Bu kadar laf işitir miydin yoksa! Gerçekten de insan farklı sebepler aramaya başlıyor Sow‘la ilgili. Umarım kendisini toparlar da bu taraftarın aşırı sevgisini yeniden hak etmeye başlar. Hiç bu kadar kötü olmamıştı formu. Mevcut "sempatik" imajını "sürdürülebilir" kılmak onun elinde. Ya da sonsuz bir krediye mi sahip? Zaman gösterecek.
Başlarda da bahsedildi bu taraftar çok çekti diye ama şu oyuncu değerlendirmelerine bir standart getirsinler artık. Haftadan haftaya adam asıp durulmasın lütfen. Bir oyuncunun profili vardır. Ne oynar, nasıl oynar, kaçlık oynar, takıma ne verir, devamlılığı nasıldır, rolü esnek midir vs. bunları bilirsin. Onun dışında da uzun lig ve kupa maratonlarında performansına göre yorum yapılır. Bu işin doğalıdır ama bizde durum bazen farklı işliyor. Hele de takım iyi gitmiyorsa... Adam bir hafta göğe çıkardığı oyuncuyu öbür hafta futbolcu saymıyor. Yahu güzel kardeşim bir sakin ol. Tamam kötü oynadıkları için eleştirelim ama bir standardımız olsun değil mi? Hayat denge üstüne kurulu çünkü. Futboldan nasıl soyutlarsın ki bu işi? İşte bu konuda biraz sitem etmek lazım renktaşlara. Lütfen azıcık standart tutturun. Başarısızlığın olduğu yerde devreye "adam asmaca" oyunu giriyor. Sadece futbol için de geçerli değil bu durum. Bugünlerde basketbol takımımızın da benzer bir süreçten geçtiği görülebilir.
Türk futbolu sürekli dibe indikçe zihniyetlerde doğru orantılı dibe iniyor. Bundan bağımsız olarak; bizim takım içi değişkenler öyle keskin ki Türk futboluna gerek kalmıyor. Sağ olsun başkanımız filan bir şekilde gidişatı bir anda bambaşka hale getiriyor. Halbuki istikrarı azıcık yakalasak iş tamam olacak.
(yazı sokriston'a ait. ufak tefek düzenleme ve eklemeler dmitri tarafında yapılmıştır.)
30 Ekim 2014 Perşembe
AZİZ BABANIN BİR ÇİFTLİĞİ VAR
Bu yazıda içime dolanları kusacağım, çokça eleştiri içeren bir yazı olacak. Taraftar nezdinde Aziz Yıldırım'ın o eski desteğe sahip olmamasının bazı sebeplerine değineceğim kendi açımdan.
Epey zamandır içimizde bir şeyler biriktikçe birikiyor. Fenerbahçe camiası çok zor bir süreç atlattı. Zaman zaman bu birikenleri yazı yoluyla dışıma attım. Fenerbahçe Sözlük'ten birkaç arkadaş açtık blogu da zaten. Bu birikenleri yazdığım zamanlar blog olmadığı için alakalı bir iki linki atacağım sözlükte yazdıklarımdan. İlgisini çekenler olursa okuyabilirler. Aziz Yıldırım hakkında fikrimin nasıl değiştiği de görülmüş olur süreç içinde.
http://fenerbahcesozluk.net/31239.id
http://fenerbahcesozluk.net/111724.id
Bu yazıyı yazmama sebep olan esas olaya geleyim. 29 Ekim 2014 tarihinde; Burhan Felek Spor Salonunda oynanan Fenerbahçe - İstanbul BŞB erkekler voleybol maçına ve Fenerbahçe Ülker Sports Arena Metro Enerji Salonunda oynanan Fenerbahçe - İstanbul Üniversitesi kadın basketbol maçına bilet satışını durdurarak taraftarın polis yardımıyla içeri alınmaması.
Epey zamandır içimizde bir şeyler biriktikçe birikiyor. Fenerbahçe camiası çok zor bir süreç atlattı. Zaman zaman bu birikenleri yazı yoluyla dışıma attım. Fenerbahçe Sözlük'ten birkaç arkadaş açtık blogu da zaten. Bu birikenleri yazdığım zamanlar blog olmadığı için alakalı bir iki linki atacağım sözlükte yazdıklarımdan. İlgisini çekenler olursa okuyabilirler. Aziz Yıldırım hakkında fikrimin nasıl değiştiği de görülmüş olur süreç içinde.
http://fenerbahcesozluk.net/31239.id
http://fenerbahcesozluk.net/111724.id
Bu yazıyı yazmama sebep olan esas olaya geleyim. 29 Ekim 2014 tarihinde; Burhan Felek Spor Salonunda oynanan Fenerbahçe - İstanbul BŞB erkekler voleybol maçına ve Fenerbahçe Ülker Sports Arena Metro Enerji Salonunda oynanan Fenerbahçe - İstanbul Üniversitesi kadın basketbol maçına bilet satışını durdurarak taraftarın polis yardımıyla içeri alınmaması.
Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım'ın geçen hafta sarf ettiği "Bir daha böyle bir olay olursa sahaya girip tepkimi göstereceğim. Hep aynı grup. Gerekirse tribünlere taraftarı aldırmayacağım. Bunları statlara sokmayacağım." açıklaması geldi tabii hemen akıllara. Benim GFB grubuyla hiçbir bağım yok. Kendilerine sempati de duymuyorum. GFB grubunun ismini anmamın sebebi Aziz Yıldırım'ın bu olayların sorumlusu olarak onları görmesi. Sorun da bu. Yok abi öyle bir durum. Valla bak. Fenerbahçe tribününde başkanı eleştiren, tepki gösteren kesimi tek gruba indirgememek gerek. Eleştirinin kulübe ihanetle hiçbir alakası yok. Fakat bu son yapılan taraftara ihanettir. Taraftara ihanet etmek de bir yerde kulübe ihanet etmektir. Fenerbahçe'yi var eden varlığının devamını sağlayacak olanlar taraftarlarıdır. Fenerbahçe'yi ileri taşıyacak olanlar da yönetim kadrosudur. Yönetim kadrosu kulübün sahibi değildir. Taraftar tepkisini yersiz görülebilecek olsa dahi voleybol maçında da gösterebilir, basketbol maçında da gösterebilir. Futbol maçında tepki gösterince fırça yiyorlar zira nerede göstersinler? Üste passolig zırvası çıktı yetmezmiş gibi. İnsanlar susturulmak isteniyor bu ülkede. Belli gücü olanlar protestolara dayanamıyor. Kaderimiz böyle demek.
12 Mayıs 2012 tarihinde Galatasaray ile oynadığımız şampiyonluk maçında bugün taraftarı içeri sokmamak için yardım alınan polis koca stadı biber gazına boğdu. O zaman senin taraftarına bunu yapan polisi de kullanacaktın yani başkan. Benim için sözün bittiği noktalardan birisi bu.
Yahu bu kaçıncı krizimiz ve kaçıncı kez krizin başrolünde Aziz Yıldırım var. Daha geride kalan anons rezaleti. Tribünü bölmesi. Alex'in olaylı ayrılışındaki tavrı. Şampiyonluk gecesinde yaptığı "paralı köpekler" çıkışı. ERSUN YANAL'IN gönderilmesi. Son olarak da taraftarın tribüne "davetiyeyle" alınması. Biz bu kulübü bildiğimiz gibi seveceğiz. Kulüp nasıl sevilir bunu öğretmekten vazgeç başkan. Aymazlık düzeyine vardı yapılanlar. Yeter. Bizimki de can.
Futbola karşı en hevessiz sezonumu geçiriyorum uzun zamandan bu yana. Ersun Hoca'ya yapılanları kimse sineye çekmedi. Takımı nisan ayında şampiyon yapan hoca artık futbolculuktan başka yerlere kaymış belli birkaç ismin şikayeti yüzünden saçma bir sebeple istifaya zorlandı. Böyle yönetim olur mu? Futbolcunun isteğine göre yönetilir mi takım ya? Tepkiler bu ayıbın unutulmamasındandır.
(unfaithful)
6 Ekim 2014 Pazartesi
TELEVİZYON MOLASI VE ENDÜSTRİYEL BASKETBOL
Adına reklam molası deyin, medya-televizyon molası deyin; ne olduğu ile ilgili tek bir gerçek var: PARA!
Voleybolda teknik mola (technical time out), NBA'de zorunlu mola (mandatory time out) ya da hakem molası (official's time out) ve beyzbol, bovling, kriket gibi çeşitli spor dallarında çeşitli isimlerle çıkar karşımıza endüstriyelleşme.
İsmail Sarp Aykurt yazısında 2014 Dünya Şampiyonasını böyle eleştiriyordu ve geçmişi anıyordu. Yazının tamamını okumak için tıklayın.
Milyonlarca liranın havada uçuştuğu, salonların reklam panolarıyla dolduğu, basketbolcuların (spocuların) kişisel sponsorluklardan kazandıklarının maaşlarını geçtiği bir sportif düzende, rekabet paraya göre şekillendiriyor basketbolu. İşte televizyon molası tam da burada devreye giriyor. Elbette reklam molaları bu işin simgesi ama maddiyatın cüreti oyunu keyfine göre bölebilecek seviyeye kadar geldi.Doruk noktasında mıyız bilinmez.
HD kameralar, saniyenin binde milmem kaçı kadar yavaşlatılmış görüntüler, şovlar ve ışıklar. Bu dünya bir yandan bizi cezbediyorken bir yandan da oyunu mahkum ediyor kendine. Eski efsane basketbolcuların yerini "Cinderella hikayeleri" alıyor. Senaryo gerçeğin yerini ne ölçüde aldı? Bilinmez...
dmitri fedorovic
Voleybolda teknik mola (technical time out), NBA'de zorunlu mola (mandatory time out) ya da hakem molası (official's time out) ve beyzbol, bovling, kriket gibi çeşitli spor dallarında çeşitli isimlerle çıkar karşımıza endüstriyelleşme.
"...toplumcu karakterden bağımsız, madalya ve kazanma odaklı bir eksende sürdürülmesinin önünü açıyor. Her sayı reklam kokuyor, şirketler seviniyor, parkelerde, formalarda, mola aralarında firmaları izlemekten artık iğrenir hale geliyor, “televizyon molası” adı konulan icadın maçı izlemekten soğutan psikolojik etkisini pratik ediyoruz, defalarca…"
İsmail Sarp Aykurt yazısında 2014 Dünya Şampiyonasını böyle eleştiriyordu ve geçmişi anıyordu. Yazının tamamını okumak için tıklayın.
Milyonlarca liranın havada uçuştuğu, salonların reklam panolarıyla dolduğu, basketbolcuların (spocuların) kişisel sponsorluklardan kazandıklarının maaşlarını geçtiği bir sportif düzende, rekabet paraya göre şekillendiriyor basketbolu. İşte televizyon molası tam da burada devreye giriyor. Elbette reklam molaları bu işin simgesi ama maddiyatın cüreti oyunu keyfine göre bölebilecek seviyeye kadar geldi.Doruk noktasında mıyız bilinmez.
HD kameralar, saniyenin binde milmem kaçı kadar yavaşlatılmış görüntüler, şovlar ve ışıklar. Bu dünya bir yandan bizi cezbediyorken bir yandan da oyunu mahkum ediyor kendine. Eski efsane basketbolcuların yerini "Cinderella hikayeleri" alıyor. Senaryo gerçeğin yerini ne ölçüde aldı? Bilinmez...
dmitri fedorovic
30 Eylül 2014 Salı
DEĞİŞMEDEN DEVAM
Trabzon deplasmanında yaşanan puan kaybından sonra averajla liderliği elinde bulunduran Akhisar deplasnmanınaydı Fenerbahçe'nin bu haftaki yolculuğu. Emre, Meireles, Egemen ve Volkan maç kadrosunda yoktu. Özellikle de Emre ve Meireles'in yokluğu en çok düşündüren kısımdı bizleri. Nitekim korkulan da oldu.
Maça Akhisar daha istekli ve tempolu başladı. Fenerbahçe ise oyun kurmakta ve topu üçüncü bölgeye taşımakta zorluk çekiyordu.
Fenerbahçe bu dizilişle çıktı sahaya. Tabii ki maç içinde farklı rollere büründü oyuncular ama maç kadrosunun temel hali buydu. Buradaki en ciddi eksik 1. ve 3. bölge arasında top taşıma görevini üstlenebilecek, box to box rolde oynayabilecek, pas kalitesi yüksek bir isimdi. Alper, daha çok dikine topla giden ve adam eksilten bir profilde. Mehmet Topal ise zaten takımın savunma yükünü çeken, savunma bloğunun tamamlayıcısı ve ileri çıkan beklerin alanları kapatan bir isim. İşin hücuma top taşıma kısmında sorumluluk alabilecek bir isim değil. Bu sıkıntı kendini her geçen dakika daha da hissettirdi. Akhisar daha istekli başlamıştı ama kontrolü de elden bırakmıyorlardı. Ancak her geçen dakika daha da rahat oynadılar. Çünkü karşılarındaki beyaz formalı misafir takım inanılmaz kopuk oynuyordu. Takım boyu uzamış, bekler her ileri çıktığında arkalarında inanılmaz boşluklar bırakıyor ve stoperler de sürekli geri kaçarak alan boşaltıyordu. Fenerbahçe 22. dakikada Gekas'tan yediği gole kadar sahada çok bir varlık gösteremedi. Golü yedikten sonra biraz daha toparlanıp oyunu rakip yarı alana yıkmayı başardı ancak yine etkili olamadı. Şuursuz, ne oynayacağını, nasıl oynayacağını bilmeyen bir şekilde sahadaydı Fenerbahçe. Normalde Fenerbahçe taraftarları arasında yaygın bir inanış vardır: Golü yedikten sonra aklımız başımıza gelir ve toparlanırız. Maalesef bu inanç, sadece inanç olarak kalacaktı. Bir türlü takım toparlanamadı ve ciddi tehlikeler yaratamadan devreyi kapattı. Zaten maçın en çok konuşulması gereken kısmı ikinci yarısıydı. Reaksiyon göstermekten uzak, dağınık, sistemsiz bir Fenerbahçe'nin, mağlup başladığı ikinci yarıda nasıl bu kadar aciz kaldığı uzun uzun konuşulmalı.
İkinci yarı başlarken oyuncu değişikliği yoktu.Ancak 48. dakikada yenen facia bir gol vardı. Orta sahada kazanılan duran topu nedendir bilmem Bekir ceza alanına şişirdi ve dönen topta rakip güzel bir kontra atak organizasyonuyla golü buldu. Tabii golde Bekir'in ciddi pozisyon hatası da buna yardımcı oldu.
Akhisar'ın attığı ikinci golün grafiksel dökümü bu. 5 pas yapıp topu 124 metre dolaştırarak golü bulmuş ev sahibi ekip. Şimdi esas soru şu: Fenerbahçe daha 1-0 gerideyken ve dakika henüz 48 iken nasıl bu kadar top dolaştırıp bu kadar rahat gol attırdı rakibine? Ceza alanına oynanan uzun topu karşılayan rakibiniz ise sizin buna şok presle müdahale edip yeniden atak kurmanız gerekiyor. Geçen yıl Ersun Hoca'nın bu takıma en sert uyarılarından birisiydi bu. Top kaptırılabilir ancak hemen ardından takım halinde önde basarak rakibe top kullandırmayın ve kazanacağız toplarla rakibe tehlikeler yaşatın. Bunu "Şampiyonluğun Öyküsü" serisinde sıkça duyduk kendisinde. Maçın 64. dakikasında anlam veremediğim bir değişiklik gerçekleşti ve Alves çıkıp yerine Emenike geldi. Topal stoper pozisyonuna geçti ve 4-2-4 gibi bir yapıya büründü Fenerbahçe. Zaten orta alanda hakimiyet kuramayan, topu ileriye taşımakta zorlanan, ön liberolu yapısına rağmen sürekli arkasında açıklar veren bir haldeyken neden orta saha sayısı eksiltildi anlam veremedim. Maç 64. dakikadaki bu değişiklikle resmen bitti. Skor belli değildi sadece ve Akhisar çok kasmadığı için 2-0 ile tamamladı maçı.
Maçın normal kısa yorumu bu. Şimdi genel analize değinsek daha iyi olacak. Öncelikle İsmail Hoca maç sonunda değerlendirme yaparken topa fazla hakim olamadığımızı anlattı. Bu takım bundan önceki 3 hafta boyunca yeterince topa hakim oldu ama üretemedi. Bu çok basit bir sorun tespiti olarak geldi bana. Ayrıca maçın ilk yarısında 14 dakika topla oynayan Fenerbahçe, ikinci yarıda 16.5 dakika oynamış. Toplamda 436 pas yapmış. Yani verilerde çok bir değişiklik yok aslında. Sıkıntı mental. Tabii ki biz burada saha içi sorunlardan bahsedeceğiz. Topa sahip olmakta sıkıntı yaşamayan Fenerbahçe'nin esas sorunları başka. Mesela takım boyu. Maçın istatistiklerine baktığımız zaman 60 metre ortalamayı bulmuş Fenerbahçe'nin boyu. Bu inanılmaz fazla bir sayı. Ortalamaları 45 metre civarında seyrediyor olması lazım. Geçen yıl Ersun Hoca takıma 42 metreyi buldukları için kızıyordu bir maçtan sonra. 35 metrelerde tutmamız lazım diyordu. Aradaki farkı bir düşünün. Geçen yıl 40 metre civarında seyreden takım boyu bu sene 4 haftalık periyotta 56 metre. Ayrıca Akhisar maçının ilk yarısında 57 metre olan takım boyu ikinci yarıda olması gerekenin tam aksine, uzayarak 62 metreyi bulmuş. Takım boyunun kısalması gerekirken uzaması, dağınıklığın en önemli göstergesi. 64. dakikada gerçekleştirilen Alves-Emenike değişikliğiyle Topal stopere geçti ve maalesef takımın orta alanı boşaldı. Ayrıca Sow, Webo, Emenike üçlüsü sürekli ceza alanının merkezinde kalarak oyunu orta alana yığıp rakibin işini kolaylaştırdı. Diego zaman zaman topu alıp kanada kaydı ancak sürekli yana veya geriye oynamak zorunda kaldı. Çünkü yardımlaşan, alan açan kimse yoktu. Yine bir pozisyonda Caner ileri bindirdiğine desteğe kimse gelmedi ve kanat hücumu oluşturamadık. O sırada ceza alanında üç oyuncumuz yine durağan bir şekilde top bekliyordu. Caner de onlara sitemini jestleriyle belli etti.
Kuyt oyundan alınıp yerine Mehmet Topuz girince de takımın düzeni bu oldu. İleri üçlü sürekli merkezde kaldı, Alper ve Topuz sürekli içe kat etti ve iki beke de oyun alanı kalmadı. Takım bu durumdayken gol atması neredeyse imkansız. Hocanın kenardan buna müdahale etmemesi ilginçti. Ettiyse ve oyuncular tarafından benimsenmediyse bu daha ciddi bir sıkıntı. Maç boyunca Fenerbahçe yine hücumda 218 kez topla oynamış. Şimdi geçen yılın bir istatistiğine göz atalım. Geçtiğimiz sezon ligin ilk yarısında hücumda topla oynama ortalaması 176 Fenerbahçe'nin. bu sezon bu sayı daha yüksek ama efektif değil. Hücumda sürekli yana oynayıp bir şeyler denemezseniz topla oynama sayınızın açıkçası bir ehemmiyeti yok. Ayrıca geçen yıl maçın son 15 dakikalarında sprint sayılarında rakiplerine %50'ye yakın fark atan bir Fenerbahçe vardı. Bu sene bu fizik gücünden inanılmaz uzağız. Geçen yılla yaptığım bu kıyaslamalarda asıl niyetim hoca farklarını ortaya koymak değil. Oyun farkını ortaya koymak. 4. haftadan bir hocayı asıp kesmek doğu olmaz.
Yine bu grafiklere baktığımız zaman Akhisar beklerinin geriye çok gömülmediğini, önlerinde oynayan kanat oyuncularının da onlara desteğe geldiği görülüyor. Yine oyunu orta alana sıkıştıran Fenerbahçe'ye cevap olarak onlar da merkezi sağlam tutmuş ve kilitlemiş misafir ekibi.
Geçen yıla göre ofansta ve defansta sürekli geriye giden bir Fenerbahçe var. Oturmamış oyun yapısı, bir türlü bir araya gelememiş ideal on bir, oyuncuların ruhsal yapısının çöküklüğü ve ülkedeki futbol ortamı da bir araya gelince işler içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Mesela önceki hafta Emenike krizi yaşandı. Ne şekilde aşıldı belli değil. Bu hafta Alves tamamen hocanın taktik düşüncesinden ötürü oyundan alınmasına rağmen direkt soyunma odasına gitti. Bunlar maalesef hoş şeyler değil. Otorite boşluğu yaşanıyor gibi takımda şu anda. Herkes başıbuyruk hareket ediyor ve bu maalesef sahaya da yansıyor. Kompakt olamayan, blokları tamamlayamayan, hücum-savunma dengesini oturtamayan bir Fenerbahçe var ve her hafta daha da kötüye gidiyor. Acil bir şekilde önlem alınmalı. Yoksa bu gidişle bu takım ilk 3'e bile giremez. Allah sonumuzu hayretsin.
23 Eylül 2014 Salı
FENERBAHÇE - GAZİANTEPSPOR MAÇ ANALİZİ
Passolig'le yaşanan sıkıntıdan ötürü az sayıda taraftarın önünde başladı maç. Aslında maçın ilerleyen bölümünde yaşanacak olan, Emre-Emenike krizi şeklinde başlayıp Taraftar-Emenike krizine dönüşen olayı düşününce çok fazla seyircinin olmaması bu noktada ilk kez avantaja dönüştü. Neyse ki bu sorun da bir şekilde atlatıldı. Üzeri mi örtüldü yoksa sorun gerçekten halloldu mu bilmiyorum ama eğer ilk seçenek olduysa ciddi krizler bizleri bekliyor demektir ilerleyen haftada. Umarım böyle bir durum yaşanmaz.
Maçı 3 bölüme ayırmak bence daha doğru olacak. İlk yarı, 45-60 arası ve 60'tan sonrası. İlk yarının kendi içinde de değişkenlikleri oldu buna değineceğiz. 45-60 arasında sahadaki futboldan çok yazının başında bahsettiğim kriz yaşandı. 60'tan sonra yine bu krizin etkisi takım üzerinde görüldü ama bu Fenerbahçe'nin o bölümde bu kadar dağınık olmasının özrü olamaz.
İlk Yarı
Maça bu on birlerle başladı iki ekip. İlk 20 dakikada önde basan taraf Gaziantepspor'du. Bu 20 dakikalık dilimde daha çok geriden oyun kurmak zorunda kaldı Fenerbahçe. Bu da oyunun set hücumuna dönüşmesine neden oldu. Daha çok pas yaparak rakibini açmaya çalıştı Fenerbahçe ve bu dilimde temposunu giderek artırdı. Gaziantepspor akıllı bir baskıyla başlamıştı maça ancak zamanla oyunun kontrolünü eline aldı Fenerbahçe ve geriye yaslanmak zorunda bıraktı rakibini. 20 dakikalık dilimden sonra daha önden oyun kurmaya başladı ev sahibi ekibi ve bu noktada çok ciddi bir avantajı vardı: İbrahim Akın. Daha çok kendi sağ kanatlarına yakın oynadı ve bekine yardım konusunda sınıfta kaldığı için Caner'in önünde muazzam bir boşluk oluştu. Caner de bunu çok iyi değerlendirdi ve adeta otobana çevirdi ilk yarıda o kanadı. Zaten aşağıdaki 90 dakikalık dilimde takımların ortalama yerleşimine göz atacak olursak Caner takım en uçtaki oyuncusu. Gaziantepspor sağ kanadının ne kadar kötü bir yerleşim gösterdiğinin de en önemli kanıtı bu görseller.
Sağ kanattan da Gökhan'ın bindirmeleri oldu ve iki kanadı da etkili kullandı Fenerbahçe ilk yarıda. Ancak bir sıkıntı vardı. Yapılan onca ortaya rağmen neredeyse hiç isabet sağlayamamıştı Fenerbahçe hava toplarında. Burada Moussa Sow ve Emmanuel Emenike ikilisinin ceza sahası içinde hava toplarında etkin olmadığını, net bir pivot santrfora ihtiyacımız olduğunu gördük. Zaten Diego'dan da verim alamayışımızın en ciddi sebebi de bu forvet oyuncularının profili. Özellikle de merkezde oynayan Emenike'nin profili. Daha sonra değineceğim bu konuya.
Dakikalar ilerliyordu ve Fenerbahçe baskısını iyice artırıyordu. Geçen yıl hücum esnasında 3-4-3 gibi bir yapıda oynayan Fenerbahçe'de Mehmet Topal, tipik ön libero yapısından daha uzak bu sene. Daha fazla ileri çıkıp hücumları destekliyor. Buradaki en büyük artıları da zamanlaması ile pozisyon alması. Ne zaman çıkacağını çok iyi biliyor ve savunma görevlerini hiç aksatmıyor. Geçen yılki defansif sorumlulukları hala omuzlarında ve bunu gerçekten başarıyla taşıyor. Bu sene buna ek olarak ofansif sorumluluklarını da artırdı ve takımın yüklendiğinde 2-5-3 gibi bir yapıya bürünmesini sağladı. Fenerbahçe adına uzun vadede çok ciddi kazançları olacak bir gelişme bu. Üstteki takım yerleşimleri görsellerine de dikkat edince Mehmet Topal'ın geçen sezona göre daha önde konumlandığını net bir biçimde görüyoruz. Bu da Fenerbahçe'ye hücumda fazladan bir kişiyle rakibi bunaltma şansı veriyor. Ayrıca ribaundları toplama konusunda da çok ciddi bir avantaj sağlıyor. İkinci yarıda oyunda dağınık bir görüntü sergildei Fenerbahçe ve bu sırada etkili ataklar yapmaya başladı konuk ekip. Bu dönemde Topal ileri fazla destek olamadı ve hücumlarımızda rakipten dönen topları almakta çok ciddi sıkıntılar yaşadık. Hem savunmada hem de hücumda rakipten kapılan veya boşta olan topları takımına kazandırmak konusunda bir usta Mehmet Topal. Örümcek lakabını sonuna kadar hak eden bir isim.
İlk yarıda, geçen hafta hiç yapmadığımız bir şeyi de yaptık. Kanattan kanada atak yönünü değiştiren paslar ve diagonal paslar. Zaten geçen haftaki Trabzonspor maçında bunu hiç denememiştik. Rakibi açamamamızın en önemli nedenlerinden birisi buydu. Bu hafta, Gaziantep'in takım dizilişine göz attığımızda geniş boşluklar görüyoruz. Bunu sağladığınız zaman zaten hücumda temponuzu yakalayıp ataklar geliştiriyorsunuz.
İlk yarı boyunca %60'ın üstünde topa sahip olan, belli dönemlerde pas oyunu oynayıp Aykut Kocaman dönemini hatırlatan, belli dönemlerde Ersun Yanal futbolunu oynayan bir Fenerbahçe gördük. Bunlara ek olarak da Emre ve Diego'nun etkinliği ile orta alandan yüklendik belli kısımlarda. Pas kapasitesi yüksek bu iki ismin üstünden hücumlar geliştirmeye çalıştık ancak sonuç alamadık. Oyuncu profilimizde bir değişikliğe gitmemiz gerek gibi. Buna birazdan değineceğim.
45-60 Arası
0-0 sona eren ilk yarının ardından daha tempolu bir Fenerbahçe bekliyorduk ancak yanıldık. İkinci yarıya çok dağınık başladı Fenerbahçe. Ne kanat hücumu yapabildi ne pas oyunu oynayabildi. Taraftar da haliyle gerildi ve Emenike'nin yapmış olduğu bir hareketten sonra tribünler gerildi. Emre'nin emenike'yi bu pozisyon için uyarmasının ardından Emenike buna sert karşılık verip kaptanın üzerine yürüdü. Taraftar da buna tepkisiz kalmadı ve ıslıklarla protesto etti. Emenike taraftara da reaksiyon gösterince işler iyice çığırından çıktı ve 60. dakikada Emenike kenara alındı. Webo sahadaydı. Ayrıca Alper ile de Diego yer değiştirdi.
60'tan Sonrası
60. dakika itibarıyla geçen sezonki üç forvetli 4-3-3 yapısına büründü Fenerbahçe diziliş olarak. Ben Diego'nun bu karambol oyununda sahada kalmasını daha mantıklı buluyordum ancak hoca maçı döndürebilmek için takımın ezbere olduğu sisteme döndü. Maalesef bu değişiklikler çok etkili olmadı. Fenerbahçe dağınık görüntüsünden bir türlü kurtulamadı. Sadece bir pozisyonda sağ kanttan gelen ortaya Sow çok iyi yükselip vurdu ancak o da direğin yanından auta gitti. Maç boyunca ürettiğimiz en ciddi ataklardan birisiydi. İkinci yarıdaki ise tekti. Bu noktada psikolojik faktörler biraz devreye girdi. Takım 82. dakikada kazandığı penaltıya kadar geçen 22 dakikalık süreçte taraftar baskısını ciddi şekilde üzerinde hissetti. Bu takım oyununa negatif yansıdı tartışılmaz bir gerçek. Ancak Fenerbahçe tecrübeli isimlerden kurulu bir kadro. Bu tip olaylardan bu kadar etkilenmeye hakkı yok. Bunların dışında dağınık yapısı bozulmadı Fenerbahçe'nin ve 2005 yılından bu yana ilk kez bir penaltı golüyle 1-0 kazandık. O maç da yine Kadıköy'deydi ve yine Gaziantepspor'laydı. Golü atan isim ise kaptan Alex De Souza'ydı.
Üretkenlik Eksikliği
Bence Fenerbahçe'nin en çok konuşulması gerek yanı budur bu maç için. Maç boyunca toplamda 31 tane orta yapmış Fenerbahçe. Bunun 16 tanesi sol kanattan, 13 tanesi sağ kanattan ve 2 tanesi de orta alandan yapılmış. Bunların sadece 5 tanesinden isabet alabilmiş ve yine bunların sadece ve sadece 2 tanesi şut asisti olmuş. Bu kadar ortayı düşününce gerçekten çok düşük bir rakam 2 tane şut asisti. Hava toplarında durum bu. Hücum bölgesinde ise 278 defa topla oynamış Fenerbahçe. Ortadan 172, soldan 51 ve sağdan da 55 defa oynanmış topla. maç boyunca da %60 ile topla oynamış Fenerbahçe ve toplamda 479 pas yapmış. Savunmayı 49 metre ileride kurmuş. Bu sayı ligimizin ortalamasının epey üzerinde. Takım boyu ise 63 metre. Şimdi bu verilere bakınca Fenerbahçe'nin çok baskılı ve üretken bir oyun ortaya koyduğunu düşünüyor insan. Yani maçı izlemeyen bir insan sadece bu istatistiklere baksa Fenerbahçe defalarca gol pozisyonuna girmiş ve maçı da farklı kazanmış sanır. Ancak durum maalesef böyle değil. Bunun sebepleri ne olabilir? Öncelikle kanat etkinliğinin bu kadar fazla olduğu bir maçta yapılan ortalarda isabetin bu kadar düşük olması, şut asistine dönüşememesi merkez forvet oyuncusunun profiliyle ilgili. Emenike ve sık sık onun yanına kat eden Sow, hava toplarında etkili isimler değiller. Emenike maç boyunca hiçbir tehlike oluşturamadı hava toplarında. Sow ise bir kez oluşturdu bu tehlikeyi. Gözler aslında bu durumda hep Webo'yu arıyor. Geçen sezon kanat ortalarında etkinlikler hep Webo ile gerçekleşiyordu. Kanattan gelen ortalardan ziyade, kanattan geliştirilen organize ataklarda Emenike-Sow ikilisi tehlikeli oluyordu. Ancak bu sezon o oyun yapısını çok kısa zaman dilimlerinde sahaya yansıtabiliyor Fenerbahçe. Karabük ve Antep maçlarında kısa kısa bunu başarabildik. Trabzonspor maçında ise hiç yapamadık.
Bir diğer sıkıntı da orta alandan kullanılan toplar. 278 topun neden bu kadar az sayıda tehlike ürettiğine bakacak olursak yine forvet olarak görüyorum ben. Önder Özen'in Ntv Spor'daki 90+ programında söylediği çok önemli bir cümle var: Forvetler sadece oynayan değil, aynı zamanda da oynatan oyunculardır. Evet forvetler sadece oynamazlar. Kendisiyle birlikte diğer forvetleri ve orta sahaları da oynatırlar. Ancak Emenike futbol karakteri olarak oynayan bir isim. Oynatabilme yeteneği çok kısıtlı. Diego gibi bir isimle oynayacaksanız, takımın en önemli parçası olarak onu görecekseniz; önündeki oyuncuların onu oynatması gerekiyor. Webo bu konuda şu anda en uygun isim. Ancak kendisi 3 haftadır yedek kulübesinde. Yani geçen seneki sistemi, hücum karakterini kullanmayıp; daha çok pas yaparak merkez etkinliğinizi artırmaya çalışıyorsanız bunu bu oyuncu yapısıyla başarmanız çok zor. Geçen seneye göre Emre fizik olarak da oyun olarak da çok daha iyi durumda. Yanına Diego gibi bir isim de geldi. Ancak hala üretken değiliz. Oynamak istediğimiz oyun tarzıyla oyuncu yapısı birbirine uyum sağlayamıyor. İsmail Hoca'nın bu konuyla ilgili acil olarak çözümler üretmesi gerekiyor. 3 haftadır üretemeyen bir Fenerbahçe var. Hücum oyuncularının formsuzluğunu da buna ekleyince iş, içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Geleceğe umutla bakmaya devam ediyoruz. 3 maçta 7 puan iyi bir durum ama oyun olarak 3 maçta 7 puanlık oynamadık. Skor tabelası bizi yanıltmamalı. Oyun olarak iyi değiliz ve bu şekilde devam edersek skor tabelasındaki durum da değişecek. Ancak bu karamsar tablonun dönüşümü için elde gerekli olan malzeme var. Sadece bunun üzerine çalışıp doğru seçimleri sahaya yansıtmak gerekiyor. Yolumuz açık olsun.
22 Eylül 2014 Pazartesi
FENERBAHÇE ÜLKER 2014-2015 SEZONUNA DAİR ÖN İNCELEME
3 aydır izlemeye hasret kaldığımız takımımıza Zadar turnuvasıyla kavuştuk. Hem artık takımın daha çok oturması hem Obradovic ile 2. sezonumuz olması ve bu durumun beraberinde oluşan Top 8 beklentisi hem de geçen 3 ay içinde transferle yenilenen takımın nasıl olacağını da heyecanla bekliyorduk hepimiz dolayısıyla ilaç gibi geldi bu hazırlık turnuvası. Turnuvada 3 maç oynadı takımımız fakat yayıncı kuruluş sağolsun 2 maçımızı izleyebildik. Çok ölçü sayılamayacak olsa da bu maçlarda verdiğimiz sinyallerden, parkede yapmaya çalıştıklarımızdan, gözüme çarpan değişikliklerden ve yeni oyuncularımız hakkında bildiklerimden yola çıkarak ufak bir değerlendirme yazısı olacak bu temelde. Bu kadar girizgah yeterli takım hakkındaki izlenimlerimi aktarayım artık.
Hücumda uzunca zaman yaşadığımız tıkanmalar bu sezon yaşanmayacak gibi gözüktü bana. Hücumda direkt PNR veya bire bire dayalı bir sistem uygulamadık, daha çok NBA hücumlarında gördüğümüz yarı sahayı hızlı geçerek fast breaklerle sayı bulma, yerleşmiş savunmaya karşı çözüme dayalı setlerle oynadık. Geçen sezon bildiğiniz üzere Maccabi, David Blatt yönetiminde o oyun tarzıyla şampiyon olmuştu. Hazırlık turnuvası olduğu için deneme olma ihtimali olsa da sezon içinde de uygulayacağımız kanısındayım bu hücum tipini. Kadro yapısı müsait buna zira. Savunmada başarılı olduğumuz pozisyonlarda ribaunddan sonra fast break düşünüyor takım ilk olarak. Bu durum geçen sene yine vardı fakat daha ziyade Bo'nun oyun tarzına dayalı olarak yapıyorduk. Bu sefer takım olarak hızlıca kat etmeye çalışıyoruz yarı sahayı. Daçka maçında özellikle Can, Melih ve Vesely böyle sayılar buldu. Fast break ön planda olunca kaliteli pasörler ve atlet uzunlar daha önemli hale geliyor, bu parçalar da elimizde mevcut. Yerleşmiş savunmalara karşı da akıcı pas trafiği sağladı, sağlamaya çalıştı takım genelde. 4 numarada kim oynarsa yayın gerisine çekildi iki maçta da, ki bu durum hücumda o pas trafiğini rahatlatmak ve savunmanın boyalı alana gömülmemesi için şart. Hickman ve Goudelock'ın oynadığı bölümlerde top kontrolünü ikisi ele aldı, Emir'in oynadığı bölümlerde direksiyon Emir'e verildi. Lider oyuncuyla başlayan ataklarda pas trafiği hep ön plana alındı. Doğru paslarla top dolaştırılıp müsait üçlük pozisyonları da yaratıldı, güzel yerde gelen perdenin ardından PNR da oynandı. Özetle hücumda üretken olmak amaçlandı hep. Geçen sezon hücumda zaman zaman yaşadığımız tıkanmaları engellemek için ideal. Yeni transferler takıma alışınca ve eksik oyuncularımız da takıma katılınca başarıyla uygulayabiliriz. Bjelica da bu sistem için bulunmaz hint kumaşı tadında.
Savunma tarafında özellikle Darüşşafaka Doğuş ile oynadığımız maçta zaman zaman farklı şeyler deneyebileceğimizin sinyallerini gördük. Daçka maçında sürekli tam saha baskıyla savunma yaptık. Karşı takımın özel bir guard'ı yoksa güzel bir savunma türü bu. Dezavantajı yorucu olması. Bizim avantajımız ise kaliteli ve geniş bir kadromuz olması. Baskı altında yılan takımlara karşı zaman zaman bu savunmayı görebiliriz sezon içinde. Bire bir savunmalarda ise switch yaparken geçen sezondan daha iyi gördüm takımı. Çok fazla adam kaçırmadılar, switch yaparken vakit kaybını azaltmışlar. Dominant pota altı olan takımlara karşı zaman zaman ribaund problemi yaşayabiliriz yine. Tekrar söylemekte fayda var hazırlık turnuvası olduğu için çok da ölçü değil tabii bunlar. Takımlar gevşek bir havada çıkmasa da maçlara özellikle işin savunma tarafını ölçü almak için henüz çok erken. Savunmada motive olmak çok önemli. Yani takım savunmasını ilerleyen dönemlerde özellikle Top 16 başladıktan sonra daha net göreceğiz.
Özetle oyun yapısı olarak hem hücumda hem savunmada daha derli toplu gözüktük diyebilirim. Yeni transferlerden merak ettiklerime ve göze batan oyunculara da kısa kısa değineceğim.
Ricky Hickman beklentilerin altında kaldı. Pek konsantre olduğunu söyleyemeyiz. Kendisi hakkında daha sağlıklı yorum yapmak için sezonu beklemek gerek. Kariyerli ve karakterli bir oyuncu. Sezonun başlamasıyla ve takıma alışmasıyla faydalı olacaktır. Zira hücumda verdiğimiz sinyallere göre alışık olduğu oyunu oynayacak sezon içinde de.
Andrew Goudelock'a gelirsek hepimizi yüzünü güldürdüğünü söylemek yanlış olmaz. Yıllardır hasretini çektiğimiz ve sevdiğimiz bir oyuncu tipi. Kendi şutunu yaratabiliyor, bilekleri çok düzgün, üçlük çizgisinin ardından inanılmaz bir tehdit, sorumluluk almaktan çekinmiyor. Kaliteli bir skorer olduğunu biliyorduk çubukluyla da ilk kez izleme şansı bulduk ve bize de gösterdi bunu.
Jan Vesely enerjisi ve atletikliğiyle bilinen bir oyuncu. Turnuvada da bunu gösterdi zaten. Serbest atışları biraz dengesiz bileği düzgün olmasına rağmen. Zaman zaman çizgide saç baş yoldurtabilir yine de kendisinden de katkı alacağız. Bjelica için güzel alternatif.
Semih Erden benim kafamda büyük soru işaretiydi. Geçen sezon o halini gördükten sonra hiç istemiyordum fakat Türk rotasyonu içinde başka alınabilecek uzun da yoktu. Kafa olarak kendini toparlamış gözüktü. Umarım hep böyle gözükür ve katkı verir sezon içinde de.
İzzet Türkyılmaz da iyi sinyal verenlerden. Geçen sezon topu aldığındaki o şaşkın halinden sıyrılmış gözüktü iki maçta da. Savunmada beklenen katkıyı verdi genelde. Yayın ardından da etkili gözüktü, şut çalışmış sanırım. Böyle devam ederse geçen sezon olduğu gibi rotasyon dışı kalmaz. Çok olmasa da süre bulur ve katkı verir. Sevindiren oyunculardan oldu.
Kenan Sipahi şanssız bir sakatlıkla sezonu kapatmıştı Trabzonspor maçında. Genç oyuncumuzu parkede görmeyi gerçekten özlemişim. Takımda da ciddi bir rolü var. Hickman'ın başka alternatifi yok.
Güzel sinyaller aldık takımdan. Üstelik bu takıma Bjelica ve Bogdan katılacak daha. Beklentilerimizi karşılayarak bu sezon bizi mest edeceklerine inanıyorum. Yolumuz açık olsun.
(unfaithful)
Hücumda uzunca zaman yaşadığımız tıkanmalar bu sezon yaşanmayacak gibi gözüktü bana. Hücumda direkt PNR veya bire bire dayalı bir sistem uygulamadık, daha çok NBA hücumlarında gördüğümüz yarı sahayı hızlı geçerek fast breaklerle sayı bulma, yerleşmiş savunmaya karşı çözüme dayalı setlerle oynadık. Geçen sezon bildiğiniz üzere Maccabi, David Blatt yönetiminde o oyun tarzıyla şampiyon olmuştu. Hazırlık turnuvası olduğu için deneme olma ihtimali olsa da sezon içinde de uygulayacağımız kanısındayım bu hücum tipini. Kadro yapısı müsait buna zira. Savunmada başarılı olduğumuz pozisyonlarda ribaunddan sonra fast break düşünüyor takım ilk olarak. Bu durum geçen sene yine vardı fakat daha ziyade Bo'nun oyun tarzına dayalı olarak yapıyorduk. Bu sefer takım olarak hızlıca kat etmeye çalışıyoruz yarı sahayı. Daçka maçında özellikle Can, Melih ve Vesely böyle sayılar buldu. Fast break ön planda olunca kaliteli pasörler ve atlet uzunlar daha önemli hale geliyor, bu parçalar da elimizde mevcut. Yerleşmiş savunmalara karşı da akıcı pas trafiği sağladı, sağlamaya çalıştı takım genelde. 4 numarada kim oynarsa yayın gerisine çekildi iki maçta da, ki bu durum hücumda o pas trafiğini rahatlatmak ve savunmanın boyalı alana gömülmemesi için şart. Hickman ve Goudelock'ın oynadığı bölümlerde top kontrolünü ikisi ele aldı, Emir'in oynadığı bölümlerde direksiyon Emir'e verildi. Lider oyuncuyla başlayan ataklarda pas trafiği hep ön plana alındı. Doğru paslarla top dolaştırılıp müsait üçlük pozisyonları da yaratıldı, güzel yerde gelen perdenin ardından PNR da oynandı. Özetle hücumda üretken olmak amaçlandı hep. Geçen sezon hücumda zaman zaman yaşadığımız tıkanmaları engellemek için ideal. Yeni transferler takıma alışınca ve eksik oyuncularımız da takıma katılınca başarıyla uygulayabiliriz. Bjelica da bu sistem için bulunmaz hint kumaşı tadında.
Savunma tarafında özellikle Darüşşafaka Doğuş ile oynadığımız maçta zaman zaman farklı şeyler deneyebileceğimizin sinyallerini gördük. Daçka maçında sürekli tam saha baskıyla savunma yaptık. Karşı takımın özel bir guard'ı yoksa güzel bir savunma türü bu. Dezavantajı yorucu olması. Bizim avantajımız ise kaliteli ve geniş bir kadromuz olması. Baskı altında yılan takımlara karşı zaman zaman bu savunmayı görebiliriz sezon içinde. Bire bir savunmalarda ise switch yaparken geçen sezondan daha iyi gördüm takımı. Çok fazla adam kaçırmadılar, switch yaparken vakit kaybını azaltmışlar. Dominant pota altı olan takımlara karşı zaman zaman ribaund problemi yaşayabiliriz yine. Tekrar söylemekte fayda var hazırlık turnuvası olduğu için çok da ölçü değil tabii bunlar. Takımlar gevşek bir havada çıkmasa da maçlara özellikle işin savunma tarafını ölçü almak için henüz çok erken. Savunmada motive olmak çok önemli. Yani takım savunmasını ilerleyen dönemlerde özellikle Top 16 başladıktan sonra daha net göreceğiz.
Özetle oyun yapısı olarak hem hücumda hem savunmada daha derli toplu gözüktük diyebilirim. Yeni transferlerden merak ettiklerime ve göze batan oyunculara da kısa kısa değineceğim.
Ricky Hickman beklentilerin altında kaldı. Pek konsantre olduğunu söyleyemeyiz. Kendisi hakkında daha sağlıklı yorum yapmak için sezonu beklemek gerek. Kariyerli ve karakterli bir oyuncu. Sezonun başlamasıyla ve takıma alışmasıyla faydalı olacaktır. Zira hücumda verdiğimiz sinyallere göre alışık olduğu oyunu oynayacak sezon içinde de.
Andrew Goudelock'a gelirsek hepimizi yüzünü güldürdüğünü söylemek yanlış olmaz. Yıllardır hasretini çektiğimiz ve sevdiğimiz bir oyuncu tipi. Kendi şutunu yaratabiliyor, bilekleri çok düzgün, üçlük çizgisinin ardından inanılmaz bir tehdit, sorumluluk almaktan çekinmiyor. Kaliteli bir skorer olduğunu biliyorduk çubukluyla da ilk kez izleme şansı bulduk ve bize de gösterdi bunu.
Jan Vesely enerjisi ve atletikliğiyle bilinen bir oyuncu. Turnuvada da bunu gösterdi zaten. Serbest atışları biraz dengesiz bileği düzgün olmasına rağmen. Zaman zaman çizgide saç baş yoldurtabilir yine de kendisinden de katkı alacağız. Bjelica için güzel alternatif.
Semih Erden benim kafamda büyük soru işaretiydi. Geçen sezon o halini gördükten sonra hiç istemiyordum fakat Türk rotasyonu içinde başka alınabilecek uzun da yoktu. Kafa olarak kendini toparlamış gözüktü. Umarım hep böyle gözükür ve katkı verir sezon içinde de.
İzzet Türkyılmaz da iyi sinyal verenlerden. Geçen sezon topu aldığındaki o şaşkın halinden sıyrılmış gözüktü iki maçta da. Savunmada beklenen katkıyı verdi genelde. Yayın ardından da etkili gözüktü, şut çalışmış sanırım. Böyle devam ederse geçen sezon olduğu gibi rotasyon dışı kalmaz. Çok olmasa da süre bulur ve katkı verir. Sevindiren oyunculardan oldu.
Kenan Sipahi şanssız bir sakatlıkla sezonu kapatmıştı Trabzonspor maçında. Genç oyuncumuzu parkede görmeyi gerçekten özlemişim. Takımda da ciddi bir rolü var. Hickman'ın başka alternatifi yok.
Güzel sinyaller aldık takımdan. Üstelik bu takıma Bjelica ve Bogdan katılacak daha. Beklentilerimizi karşılayarak bu sezon bizi mest edeceklerine inanıyorum. Yolumuz açık olsun.
(unfaithful)
16 Eylül 2014 Salı
ÇÖZÜMSÜZLÜK VE KAYBEDİLEN İKİ PUAN
Son yıllardaki en sakin Trabzonspor-Fenerbahçe maçı oynanacaktı. Maçtan önce yine olaylar bekleniyordu. Maç yine tatil edilir mi diye düşünülüyordu. Ancak korkulanların hiçbirisi gerçekleşmedi ve kavgasız, gürültüsüz bir futbol akşamı geride bırakıldı. Bu durum, 90 dakikalık maçın teselli edici tek noktasıydı. Çünkü 90 dakika boyunca ne göze hoş gelen bir futbol vardı ne de gol. Bir önceki gün oynanan Galatasaray-Eskişehir maçına nazire yapıldı adeta. Tatsız tuzsuz bir maçtı. Maç boyunca taktik anlamda en çok takdir ettiğim şey ise Halilhodzic'in eldeki kadro yapısıyla en uygun sonucu almayı bilmesiydi.
Maça Trabzonspor hızlı başladı. Sol kanattan geliştirdikleri atakta son anda Caner kademeye girdi ve golü önledi. Bu hemen maçın ilk dakikası içinde gerçekleşmişti. Açıkçası bu kadar hızlı başlaması maçtan beklentilerimizi artırmıştı. Ancak beklentilerimiz feci şekilde boş çıktı. Trabzonspor'un maç boyunca geriye yaslanıp alan kapatması, Fenerbahçe'nin buna çözüm bulamaması ve kısır geçen bir doksan dakika... Maçın özeti buydu.
Fenerbahçe taraftarının kafasındaki en ciddi soru işaretlerinden birisi, geçen yıla göre takımın tempo kaybı yaşayıp yaşamayacağı. İlk 2 lig maçını dikkate alarak yorum yapacak olursak geçen seneye göre bir tempo kaybı yaşadığımız doğrudur. Ancak mesele tempo değil bence. Sonuçta her teknik adam kendi stilini belirler ve ona göre bir oyun yapısı kurar. Bu takım Aykut Kocaman'la da Ersun Yanal'la da Cristoph Daum'la da Zico'yla da şampiyon oldu. Bu isimlerin hepsi farklı farklı sistemler denedi. Bu farklı oyun anlayışları ve sistemler sonunda zaferi de getirdi. İsmail Kartal bu durumun neresinde olacak? Bunun cevabını şu anda vermek pek mümkün değil. Henüz resmi olarak sadece 3 maç oynadık ve takımda üzerine sistem kurabileceğiniz bir isim olan Diego, ilk kez on birde sahaya çıktı. Hoca da kafasında daha birçok şeyi oturtamamış, bu bariz.
Trabzonspor, neredeyse ilk defa bir araya gelen oyuncularla sahaya çıktı. Sahaya çıkan on birle antrenman yapma fırsatı bile bulamamış Halilhodzic. Bu aslında Fenerbahçe'nin en büyük avantajı olmalıydı ama maalesef Halilhodzic'in etkili savunma anlayışına çözüm getiremedik. Trabzonspor hem takım halinde topun arkasına çok iyi geçti ve merkezi kapattı hem de kanatları tıkadı. Zaten Fenerbahçe bu oyuncu yapısından geçen sene maksimum verimini kanat etkinlikleri sayesinde almıştı. Blok halinde çok iyi kapandı Trabzonspor. Buna karşılık Fenerbahçe çözüm üretmekte çok zorlandı, hatta üretemedi.
Normalde kapanan takımları kanatları kullanarak en rahat şekilde açarsınız. Rakip kanatları da kapattıysa seri şekilde kanattan kanada paslar veya diagonal paslar denemelisiniz. Bu konuda Fenerbahçe'de Emre ve Caner en fazla öne çıkan isimlerdir her zaman. Hem ters kanada çabuk dönüyorlar hem de diagonal pasları sıkça deneyip isabet buluyorlar. Zaman zaman Meireles ve Alves de bunları yapıyor. Karabük maçında da Galatasaray maçlarında zaman zaman bunları yaptı Fenerbahçe ve ciddi şekilde rakip savunmayı açtı. Kanat atakları üretti ve ciddi gol pozisyonlarına girdi. Ancak Fenerbahçe bunları bu maçta bir türlü yapamadı. Yukarıdaki görsellerde de hem Caner'in hem de Emre'nin bunu bu maçta hiç denemediğini açıkça görüyoruz. Rakibin kompakt haldeki savunmasını kanatlar yoluyla aşamadık. Zaten önceki iki resmi maçla son Trabzonspor maçı arasındaki üretkenlik sıkıntısı da saydığım bu seçeneklerin bir türlü sahaya yansıtılamadığının en açık göstergesi.
Bu, Fenerbahçe'nin maç boyunca hücum bölgesinde kullandığı topları gösteren bir görsel. Ağırlıklı olarak ortadan ve sol kanattan yüklenmiş Fenerbahçe. Hücum bölgesinde 162 top kullanmış ve bunların 95 tanesi ortadan ve 42 tanesi sol kanattan. Sağ bölgeden bu kadar az yüklenmemizin nedeni Waris'ti. Gökhan Gönül'ün özellikle de ikinci yarıda oyunun hücum kısmına dahil olmasını engelledi. Hem hızlı hem de teknik bir isim Waris. Bu bölgeden gollük tehlikeler yaşamamızı engellemek için Gökhan oyuna fazla dahil olamadı. Ortadan bu kadar yüklenmemize rağmen üretken olmamızın nedeni ise öncelikle Salih ve Medjani'ydi. Sağ bek orijinli Salih ve Savunma yönü güçlü Medjani sürekli ortadan alan kapattı ve zaman zaman da savunmanın içine gömüldü. Bu da Diego'nun ve Emre'nin verimli olabilmesinin önündeki en önemli etkenlerden biriydi. Bir diğer etken ise Trabzon'un dörtlü savunmasının önünde asimetrik olarak sürekli topun arkasında yer alan dörtlü bloğuydu. Asimetrik olarak yerleşmeleri, birbirine kenetlenmiş iki elin parmakları gibi düşünmek lazım. Aradan savunmayı açacak bir boşluk bulamazsınız. Vahid Hoca Emre ve Diego gibi iki tane yetenekli pas ayağının da önlemini bu şekilde almış oldu.
Takımların paslarla sahaya yayılışı yukarıda yer alan iki görseldeki gibi. Buradan Trabzonspor'un sahaya çok iyi yayıldığını, hem kanatları hem de merkezi kapattığını görebiliyoruz. Normalde oyunun hakimiyetini rakibine bırakan bir ekipte beklerin daha geride kalmasını beklersiniz. Ancak Trabzonspor bekleri, daha önde savunma yaparak Fenerbahçe'de Gökhan ve Caner ikilisinin etkinliğini tıkamış. Bu iki görselden çıkarılabilecek en etkili sonuçlardan birisi bu bence. Zaten Caner ve Gökhan ikilisini daha geride karşılayıp, ikinci bölgenin kendi yarı sahanızdaki kısmında topla buluşmalarına fırsat tanırsanız kanat atakları yağmuruna tutulursunuz. Bunu geçtiğimiz sezon defalarca yaşadı takımlar. Ancak Halilhodzic bunu çok iyi tespit etmiş ve önlemini almış. ama İsmail Hoca'nın da buna dikkat etmesi gerekiyor. Eğer rakipler, Fenerbahçe'nin hücumcu beklerini durdurmaya yönelik bu tip önlemler almaya devam ederse hücum oyunları ve çeşitliliği anlayışında değişikliğe gitmesi gerekebilir.
Geçen yıl Kadıköy'de Bursaspor'u 3 golle geçtiğimiz maçın sahaya yayılışları bu da. Geçtiğimiz sezonun tipik yerleşimlerinden birisi bu. Rakip orta alana kapanmış, kanatlarda ciddi boşluklar ve Fenerbahçe'nin bekleri açık gibi oynamış. Ayrıca Volkan Şen ile Taiwo arasındaki mesafeyle, Musa ile Waris arasındaki mesafeye(bir önceki görsel) dikkat etmek gerekiyor. Bekine ciddi şekilde yakın oynayıp onun rakiple bire bir kalmasını engelleyen Waris, Fenerbahçe'nin de etkili hücum silahlarından birisini kırmış oldu. Bu iki görseli kıyasladığımızda ortaya çıkan sonuçlar, Fenerbahçe'nin geçen sezonki yapısına alışan taraftarın, Trabzonspor maçından neden bu kadar rahatsız olduğunu ortaya koyuyor. Rakip doğruları fazlasıyla sahaya yansıtmış ve siz buna çözüm getirememişsiniz. Bir diğer çözüm yolu da Webo olabilirdi. Rakip hem merkezi hem de kanatları bu kadar iyi kapatmışken uzun toplar denemek mantıklı olurdu. Ancak Webo oyuna 80. dakikada girdi. Ayrıca Emenike-Selçuk değişikliği de daha önce gerçekleştirilip; Selçuk savunmanın göbeğine, Alves de en ileriye Webo'nun yanına partner olarak gönderilebilirdi. Sürekli top şişirip Alves ve Webo'nun hava hakimiyetinden faydalanmayı ve Kuyt'ın, Emre'nin ve Alper'in indirilen toplarla pozisyonlara girmesini deneyebilirdi İsmail Hoca. Bazen bu tür seçenekler biraz akıl dışı gibi dursa da birçok takım bunu yapıyor ve sonuçlarını da alıyor.
Genel anlamda kısır geçen bir 90 dakikaydı. Diego'lu sisteme tam adapte olabilmemiz biraz zaman alacaktır. Bu zaman içinde içeride ve dışarıda farklı oyun ve oyuncu yapısı kullanabiliriz. Tabii hoca bu konuda ne düşünür bilemem ama bence buna ihtiyaç var. Elde farklı şekillere girebilecek alternatifli bir kadro var. Bundan maksimum düzeyde verim alabilmek, teknik adamlığın kalitesinin ispatıdır. İsmail Hoca bu sınavda rüştünün ispatlayabilecek mi hep birlikte göreceğiz. Ancak bu süreçte daha ilk puan kaybında homurdanmak yerine sabredip, destek olup zamana bırakmalıyız olayları. Sonuçta geçen sene Ersun Hoca daha kötü başlamıştı lige. Ancak zamanla takım oturdu ve adeta son 6-7 haftayı şampiyon rahatlığıyla oynadık. Bu sene de ipi göğüsleyebilmek için aynı sinerjinin yaratılması ve sabırların artması gerekiyor. Yolumuz açık olsun.
Not: Büyük takımlar puan kaybettiğinde hep gol bulamamasıyla eleştirilir. Ancak doğru savunmayı yapan rakiplerini de tebrik etmek gerekiyor. Bu açıdan Vahid Halilhodzic'i tebrik ediyorum. Uygulanabilecek en etkili savunmalardan birisini uyguladı ve kilitledi Fenerbahçe'yi. Geriye komple yaslanmak ile doğru savunma hamlelerini uygulamak arasında dağlar kadar fark vardır. Bu farkı bu maçta da gördük. Eğer Trabzonspor bu savunma anlayışına uygun olarak hücum varyasyonları da deneyip geliştirirse özellikle de Avrupa Ligi'nde ciddi başarılara ulaşabilir. Tabii ki tek maçlık bir yorum bu ama umut verdi kendi taraftarına Trabzonspor.
Not2: Rakamsal ve görsel istatistikler için: http://tr.matchstudy.com/TSL2014-15/TSLmain.aspx
(Sokriston)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)