"Kah gülünür kah ağlanır yollar gurbete bağlanır
İnsan unuturum sanır unutulmaz unutulmaz
İlkbahar yaz mevsim mevsim bir kaç mektup bir kaç resim
Yıllar geçse o bir isim unutulmaz unutulmaz"
Mehmet
Gökkaya'nın yazdığı bu sözler çok kıymetli sanatçılar
tarafından okundu. İnsanın tabiat olarak eskiye özlem duymaya
meyilli olduğunu düşünürüm. Bu tartışılabilecek bir konudur
elbet lakin bu sözü taraftarlara uyarladığımızda tartışmaya
mahal vermeyecek kesinlikte bir gerçekliğe ulaşıyoruz. Bazı
oyuncular bir sebepten özeldir ve onlar daima özlenir.
Tümer şimdi kullandı. Ters bir vuruş ve gol Lugano!
Tarihe
sulu derbi olarak geçen mücadele. Fenerbahçemiz şampiyon gittiği
Ali Sami Yen'de 25. dakikada Tümer Metin frikik için topun başına
geçtiğinde kenardan sahaya atılan sular atışın kullanılmasını
geciktiriyordu. Fenerbahçeli taraftarlar televizyon başında sinir
küpüne dönerken Tümer Metin frikiği kullandı rakip savunmanın
çabalarına rağmen top bir anda altı pasın içindeki Lugano'nun
önünde kaldı ve tabiki "Cesur Yürek" bunu
affetmeyecekti. Ardından Türk futbol tarihine geçecek sözleri
söyleyecekti Tümer Metin tribünlere dönüp. "Atın atın
biraz daha atın da biz de atmaya devam edelim!"
Türkiye
Liglerinde defans anlayışı maalesef stoperlerin rakip forvetleri
dövmesi üzerine kurulu. Belki de sırf bu yüzden en hırslı
olması beklenen oyuncular stoperler. Lugano gibi hamleli stoperler
her zaman beğenilmiştir lakin kendisinin buraya konu olmasında en
az hırsı kadar attığı kafa gollerinin de etkisi büyüktür.
Kendisinden önce Fabio Luciano'yu izleyen taraftarlar kendisinde de
bu özelliği gördükçe Lugano'ya günden güne bağlanmıştır.
Hatta bestelere konu olmuştur.
Alex frikiği kesti tam içerikoy şimdi kafayı lugano morenolugano moreno ve onun kafa golleri
Sanki
cesaretin sahada vücut bulmuş haliydi Lugano.Topa hamleleri, hava
topuna çıkışları değil yalnızca yazının girişinde andığımız
sulu derbideki golünden sonra rakip tribünlere yaklaşması (ki
%100 kasıtlı olduğunu düşünüyorum daha ilk yılıydı nereden
bilsin Türk futbolunda cezaların adil olmadığını) bir
Ankaragücü maçında saha kenarında yerde yatan Bekir İrtegün'ün
bulunduğu bölgeye taşlar yağmaya başlayınca kaçmak yerine
arkadaşına eliyle siper olmaya çalışması... Takım olmak bir takımın parçası olmak böyle ufak detaylarla kendini gösteriyordu. Aynı dili konuşmayan, aynı kültürü paylaşmayan insanların bir takım olabildiğini böyle durumlarda görüyoruz. Kendisine gelebilecek bir taşı düşünmeden arkadaşının kafasını korumaya çalışıyor. Tıpkı ekran başında bizim siper olma isteğimiz gibi. Çoğunlukla futbolcuların bizi anlamadığını düşünürüm lakin Uruguay'daki lakabıyla Tota bizim verdiğimiz isimle Cesur Yürek bizi anlayanlardandı.
2007-2008 sezonunda Edu Dracena birlikte stoperde görev yaparlarken Fenerbahçemiz Chelsea, İnter, Sevilla gibi dönemin güzide takımlarına karşı galibiyetler alıyordu. Şampiyonlar ligi yarı finalinin kapısından döndüğümüz sezonda Lugano tek golünü Sevilla'ya atıyordu fakat ne goldü o gol. Penaltı noktası yakınından kafayla vuruyordu Alex'in kullandığı köşe vuruşundan gelen topa. Öyle bir yere yolladıki o direkte adam olmamasına rağmen kaleci uçup yetişemedi. Hatta iddia ediyorum direkte adam da olsa yükselip engelleyemezdi golü. Tüm vücuduyla hatta hırsıyla atmıştı golü. bütün sezonu o hırsıyla oynadı gerçekten tüm takım. Fenerbahçeli komşusu olan her futbola ilgisiz o yıl sık sık rahatsız olmuştur gürültüden. Çılgınlar gibi sevindiğimiz bir sezondu. Evin içinde kaç kez depar attığınızı hatırlayın. Kaç kez döküldü bardaktan çaylar kolalar gole sevineceğiz derken. Kaç kez uğur denedik kim bilir. Soruyorum şimdi böyle sezonun mimarları unutulur mu?
Biz bir de 2010-2011 sezonu yaşadıkki sormayınız efendim. Sezon başı önce Young Boys'a ardından Paok'a elendik. Ligin ilk yarısı bittiğinde 33 puanla 3. sıradaydık. Yetmezmiş gibi Türkiye Kupası'nda Yeni Malatya Spor mağlubiyetiyle saf dışı kalmıştık. Ama Antalya'da takıma birşeyler olmuş, takımın özellikle tecrübeli oyuncuları ve teknik heyetin büyük çabasıyla mental olarak başkalaşım geçirmiş bambaşka bir Fenerbahçe 2. yarıda mücadele etmişti. Ne diyordu o dönemi özetleyen bestede "Yitirmeyin umutları, unutmayın taraftarı, Yeni Malatya sonrası, onyenin on altısı" Evet 17 maçı tam 16 galibiyet 1 beraberlikle geçiyordu takım ilk yarı ligde 21 gol yiyen takım yalnızca 13 golle 2. devreyi tamamlıyordu. Bu mental değişimde yerli olarak çok isim sayabiliriz lakin yabancıların çoğu yeni gelmiş olduğundan Alex ile birlikte Lugano önderlik ediyordu yabancıların arasından. Yenen az sayıdaki gol değildi sadece öne çıkaran Uruguay'lıyı. Ligde 7 golü vardı. Belki nicelik olarak çok olmayabilir bu sayı ancak oynadığı pozisyonun defansın merkezi olduğunu lütfen unutmayalım. Duran toplar bizim için ne kadar büyük bir silahtı. Gerçi tüm bu performansı görmeyip şike yaptınız dediler sonra ya neyse işte.
2007-2008 sezonunda Edu Dracena birlikte stoperde görev yaparlarken Fenerbahçemiz Chelsea, İnter, Sevilla gibi dönemin güzide takımlarına karşı galibiyetler alıyordu. Şampiyonlar ligi yarı finalinin kapısından döndüğümüz sezonda Lugano tek golünü Sevilla'ya atıyordu fakat ne goldü o gol. Penaltı noktası yakınından kafayla vuruyordu Alex'in kullandığı köşe vuruşundan gelen topa. Öyle bir yere yolladıki o direkte adam olmamasına rağmen kaleci uçup yetişemedi. Hatta iddia ediyorum direkte adam da olsa yükselip engelleyemezdi golü. Tüm vücuduyla hatta hırsıyla atmıştı golü. bütün sezonu o hırsıyla oynadı gerçekten tüm takım. Fenerbahçeli komşusu olan her futbola ilgisiz o yıl sık sık rahatsız olmuştur gürültüden. Çılgınlar gibi sevindiğimiz bir sezondu. Evin içinde kaç kez depar attığınızı hatırlayın. Kaç kez döküldü bardaktan çaylar kolalar gole sevineceğiz derken. Kaç kez uğur denedik kim bilir. Soruyorum şimdi böyle sezonun mimarları unutulur mu?
Biz bir de 2010-2011 sezonu yaşadıkki sormayınız efendim. Sezon başı önce Young Boys'a ardından Paok'a elendik. Ligin ilk yarısı bittiğinde 33 puanla 3. sıradaydık. Yetmezmiş gibi Türkiye Kupası'nda Yeni Malatya Spor mağlubiyetiyle saf dışı kalmıştık. Ama Antalya'da takıma birşeyler olmuş, takımın özellikle tecrübeli oyuncuları ve teknik heyetin büyük çabasıyla mental olarak başkalaşım geçirmiş bambaşka bir Fenerbahçe 2. yarıda mücadele etmişti. Ne diyordu o dönemi özetleyen bestede "Yitirmeyin umutları, unutmayın taraftarı, Yeni Malatya sonrası, onyenin on altısı" Evet 17 maçı tam 16 galibiyet 1 beraberlikle geçiyordu takım ilk yarı ligde 21 gol yiyen takım yalnızca 13 golle 2. devreyi tamamlıyordu. Bu mental değişimde yerli olarak çok isim sayabiliriz lakin yabancıların çoğu yeni gelmiş olduğundan Alex ile birlikte Lugano önderlik ediyordu yabancıların arasından. Yenen az sayıdaki gol değildi sadece öne çıkaran Uruguay'lıyı. Ligde 7 golü vardı. Belki nicelik olarak çok olmayabilir bu sayı ancak oynadığı pozisyonun defansın merkezi olduğunu lütfen unutmayalım. Duran toplar bizim için ne kadar büyük bir silahtı. Gerçi tüm bu performansı görmeyip şike yaptınız dediler sonra ya neyse işte.
Biz
maalesef camia olarak güzel ayrılıkları pek bilmiyoruz. Malumunuz
3 Temmuz sürecinden sonra kulübün mali kayıpları nedeniyle
yabancı futbolculara ayrılabilirsiniz dendiğinde Paris SG kulübüne
gitmişti oyuncumuz. PSG yıldızlar karması olmaya henüz başlamıştı
kendisi her ne kadar orada pek forma şansı bulamasa da o kadroya
girebilmesi onun için Fenerbahçe'nin ve burada gösterdiği
performansın ne kadar özel olduğunu gösterir. (ki sanırım ilki
olmadan ikincisi bu denli mümkün olmuyor) Ayrılığında o
dönemki teknik direktörümüz Aykut Kocaman ile yanyana oturup
verdiği demeç eğer hafızanızda yok ise lütfen izleyiniz. Daha
sonra Alex'in de dillendireceği gözlerimizi dolduran ifadelerle
"artık profesyonel anlamda buranın oyuncusu değilim bu yüzden
Fenerbahçe camiası bir taraftar daha kazandı diyebilirim"
demiştir.
Geçen yaz Dünya Kupası'nı izlerken hatırlattı kendini bana. Aslında
objektif olmak gerekirse eski Lugano'nun yerinde yeller esiyordu. O
performansını yaş nedeniyle olsa gerek kaybetmişti ama bir
pozisyon vardıki ah çektirdi bana ta derinden. İtiraz için bebek
yüzünün ortasında gözlerini fal taşı gibi açıp hakemin
üzerine koşuyordu Lugano. İşte o zaman aklıma düştü Lugano ve
ona duyduğumuz hasret. Hatırıma geldi Türk Telekom Spor
Kompleksi'nde Galatasaray'ın ilk mağlubiyetini yaşadığı akşamda
sahaya atılan rakı şişesini hakeme hemen vermeyerek nasıl
yayıncı kuruluşun gözüne soktuğu. O gece de rakibi defalarca
ofsayta düşürecek başarılı defans anlayışımız...
Hırsına
kimileri çirkeflik yakıştırması yapsa da Ferrari'nin kendisine
dirsek attığı akşam foyaları ortaya çıkmıştı. Dirsek yediği
için suçlanır olmuştu bir oyuncu hem de topsuz alanda. Velhasıl
kelam özlenen özel oyunculardandı. Hep hücumcular yıldız
gösterilse de Fenerbahçe defansının parlayan yıldızıydı o.
Tam 190 kez giydiği forma altında 26 da gole imza atmıştı 5
sezonda. Özlenir sevgili okuyucular böyle futbolcular özlenir.
Formanın hakkını verenler 4 yıl 5 yıl değil 25 yıl da geçse
onu izleyenler için özlenir.
Oğuz Cicak