Senelerdir onlarca farklı sebepten kimyası bozulan Fenerbahçe taraftarının tribündeki tepkileri de giderek dengesizleşiyor. Fenerbahçeli olmak ne kadar mükemmel bir duygu olursa
olsun sinirleri yıpratma açısından ve dengeyi yitirme açısından da o
kadar mükemmel bir duygu.
Şike sürecinden sonra 2 yıl boyunca gerçekten çok
yıprandık. hem saha içinde hem saha dışında bir sürü sıkıntıyla
boğuştuk. Başarılıydık da bu süreçte ama lig şampiyonluğu gelmediği
için herkes huzursuzdu. Ardından geçen sezon Ersun Hoca geldi. Tarihimizin en erken şampiyonluğunu yaşadık. Hatta kafalarda, içerideki Bursaspor maçını aldığımızda şampiyon olmuştuk. Sadece matematiksel
garantiyi bekliyorduk. Düşünün; Arena‘ya gidiyorsunuz, bitime 6 hafta var
ama siz hiçbir şeyi umursamıyorsunuz çünkü kafada kupayı
kaldırmışsınız. Harika bir duygu. Tam bu rahatlığı özümseyip artık yeni
sezonun şampiyonluğuna odaklanıp şampiyonlar ligi hayali kurarken teknik
direktörünüz gidiyor. 4 senedir yardımcı antrenörlük yapan eski
futbolcunuz takımın başına geçiyor. Taraftar sevmiş Ersun Hoca‘sını,
ısınmış ona. Uzun vadeli hayaller kuruyor ama başkan çıkıp iki-üç
oyuncunun gazıyla kovuyor Ersun Hoca‘nızı. Neyse diyorsunuz bir şekilde. Fenerbahçe sonuçta burası, dalgalar eksik olmaz. "Bir lig başlasın
hele." diyor herkes. Asıl kıyamet o zaman kopacak işte, haberimiz yok.
Lig başlıyor. 7 hafta geçiyor. Deplasman galibiyeti yok. İçerideki maçları da ya penaltıyla alıyorsun ya da rakiplerin basit
hatalarıyla. Hatta bırak gol atmayı gol pozisyonuna bile giremiyorsun. 7
maçta alınan 13 puan var elde. Atılan 9 ve yenilen 8 gol var bir de. Oynanan oyun mu? O yok işte. Sahada oyun filan oynanmıyor, gerçekten bir
sistem yok takımda. Oyuncular desen her biri ayrı alemde. Formsuzluklar, sakatlıklar, ruhsuzluklar, disiplinsizlikler, acayip
kırmızı kartlar vs. ne oluyor lan bu takıma diyorsunuz? Cevap yok tabii
ki. Harbiden ne oluyor lan bu takıma?
2-3 ay içerisinde nasıl kesinlikler yerini soru işaretlerine bırakmıştı? Doğru ya! Burası Fenerbahçe.
İsmail kartal‘a mı kızmak lazımdı? Yoksa destek mi olmalı var gücümüzle. İkisini de yapamamaktayız bu aralar. Saha içindeki taktik ve
performans yanlışlıklarına/eksikliklerine kızarken bir yandan da
desteklemek gerekiyor çünkü hala Fenerbahçe futbol takımının başında o var. O
gitsin diye yenilmeyi isteyecek kadar küçülmek olmaz. Ancak bir tek şunu istiemek lazım Hoca'dan: şu takımın artık bir sistemi olsun. Oturması zaman alsın mesele değil ama sistemi
olsun. Ne oynadığını ve oynayacağını bilsin takım. Sabır da vakit de
çok bizde. Sabretmeyi kimse bizden iyi beceremez zaten. Yeter ki umut olsun sahada.
Tam da bu sırada durup düşünülmesi gereken bir nokta var: oyuncular. Geçen
sezonun ikinci yarısında çalışmamak için hocayla sıkıntılar yaşayan,
sezon sonunda hocayı gönderen adamlar şu an ne düşünüyor acaba? Aldıkları paraları helal diye yiyebiliyorlar mı(her oyuncu için değil bu
sözüm. süreçteki baş aktörlere)? Takım bu sene çok çok rahat şampiyon
olabilmeli. Ligin durumu bu ama şampiyon olma ihtimalimiz giderek
azalıyor. Ya olamazsak ne düşünür bu efendiler? Aldıkları parayı filan
da geçtim. Vermesin yönetim o parayı. Sen verirsen adam niye almasın
değil mi? Kendilerine olan saygılarını merak ediyorum. Aynaya
baktıklarında ne görecekler acaba bu takım başarısız olursa? Sadece
başarı da değil derdim. İşini yapan adamı yollamak, kendi keyfin için
yollamak başlı başına bu sorularıma cevap gerektirir. Bir de sahadaki
pasif ve ruhsuz halleri var. Her şeyini maddi ve manevi olarak bu kulübe
aktaran yüz binlerce insanın emeğini bu kadar kolayca yok sayabilmek,
hatta ihanet edebilmek ve hala kendini fenerbahçe efsanesi olarak
görebilmek nasıl bir duygu acaba? Sadece 7 hafta oldu. Karalar bağlamak için erken. Umalım da silkinip kendilerine gelirler.
Taraftarın asıl çelişkisi ise Moussa Sow. Bu adamı bu
kadar sevdiren şey ne? Emenike kabul ki çok formda değil. E Sow'un da bu adamdan aşağı kalır yanı var mı? Çok fazla mücadele ediyor da fark mı edilmiyor? Sow oyundan çıkarken bütün tribünler
adını haykırıyor. Elbette tribünler adını haykırsın lafımız yok ama her
oyuncuya yapılmıyor bu. Sahada mücadele eden adamlara çifte standardın
alasını uyguluyor taraftar. Bakıyorsun bu adam götü göbeği salmış,
formsuz ve hatta bazen ruhsuz ama taraftar hala taparcasına seviyor bu
adamı, destekliyor. Tamam
taraftar bazı oyunculara özel bir ilgi gösterir ama Sow‘unki abartı
haline geldi. Secdeye gidiyor diye mi bu halde acaba? Ya hu Selçuk kaç
senedir takımdasın bir secdeye gitmek aklına gelmedi ha! Bu kadar laf
işitir miydin yoksa! Gerçekten de insan farklı sebepler aramaya başlıyor Sow‘la ilgili. Umarım kendisini toparlar da bu taraftarın aşırı
sevgisini yeniden hak etmeye başlar. Hiç bu kadar kötü olmamıştı formu.
Mevcut "sempatik" imajını "sürdürülebilir" kılmak onun elinde. Ya da sonsuz bir krediye mi sahip? Zaman gösterecek.
Başlarda da bahsedildi bu taraftar çok çekti diye ama şu
oyuncu değerlendirmelerine bir standart getirsinler artık. Haftadan haftaya adam asıp durulmasın lütfen. Bir oyuncunun profili
vardır. Ne oynar, nasıl oynar, kaçlık oynar, takıma ne verir,
devamlılığı nasıldır, rolü esnek midir vs. bunları bilirsin. Onun
dışında da uzun lig ve kupa maratonlarında performansına göre yorum
yapılır. Bu işin doğalıdır ama bizde durum bazen farklı işliyor. Hele
de takım iyi gitmiyorsa... Adam bir hafta göğe çıkardığı oyuncuyu öbür
hafta futbolcu saymıyor. Yahu güzel kardeşim bir sakin ol. Tamam kötü
oynadıkları için eleştirelim ama bir standardımız olsun değil mi? Hayat
denge üstüne kurulu çünkü. Futboldan nasıl soyutlarsın ki bu işi? İşte bu konuda biraz sitem etmek lazım renktaşlara. Lütfen azıcık
standart tutturun. Başarısızlığın olduğu yerde devreye "adam asmaca" oyunu giriyor. Sadece futbol için de geçerli değil bu durum. Bugünlerde basketbol takımımızın da benzer bir süreçten geçtiği görülebilir.
Türk futbolu sürekli dibe indikçe zihniyetlerde doğru orantılı dibe iniyor. Bundan bağımsız olarak; bizim takım içi değişkenler öyle keskin ki Türk
futboluna gerek kalmıyor. Sağ olsun başkanımız filan bir şekilde
gidişatı bir anda bambaşka hale getiriyor. Halbuki istikrarı azıcık yakalasak iş tamam olacak.
(yazı sokriston'a ait. ufak tefek düzenleme ve eklemeler dmitri tarafında yapılmıştır.)
31 Ekim 2014 Cuma
30 Ekim 2014 Perşembe
AZİZ BABANIN BİR ÇİFTLİĞİ VAR
Bu yazıda içime dolanları kusacağım, çokça eleştiri içeren bir yazı olacak. Taraftar nezdinde Aziz Yıldırım'ın o eski desteğe sahip olmamasının bazı sebeplerine değineceğim kendi açımdan.
Epey zamandır içimizde bir şeyler biriktikçe birikiyor. Fenerbahçe camiası çok zor bir süreç atlattı. Zaman zaman bu birikenleri yazı yoluyla dışıma attım. Fenerbahçe Sözlük'ten birkaç arkadaş açtık blogu da zaten. Bu birikenleri yazdığım zamanlar blog olmadığı için alakalı bir iki linki atacağım sözlükte yazdıklarımdan. İlgisini çekenler olursa okuyabilirler. Aziz Yıldırım hakkında fikrimin nasıl değiştiği de görülmüş olur süreç içinde.
http://fenerbahcesozluk.net/31239.id
http://fenerbahcesozluk.net/111724.id
Bu yazıyı yazmama sebep olan esas olaya geleyim. 29 Ekim 2014 tarihinde; Burhan Felek Spor Salonunda oynanan Fenerbahçe - İstanbul BŞB erkekler voleybol maçına ve Fenerbahçe Ülker Sports Arena Metro Enerji Salonunda oynanan Fenerbahçe - İstanbul Üniversitesi kadın basketbol maçına bilet satışını durdurarak taraftarın polis yardımıyla içeri alınmaması.
Epey zamandır içimizde bir şeyler biriktikçe birikiyor. Fenerbahçe camiası çok zor bir süreç atlattı. Zaman zaman bu birikenleri yazı yoluyla dışıma attım. Fenerbahçe Sözlük'ten birkaç arkadaş açtık blogu da zaten. Bu birikenleri yazdığım zamanlar blog olmadığı için alakalı bir iki linki atacağım sözlükte yazdıklarımdan. İlgisini çekenler olursa okuyabilirler. Aziz Yıldırım hakkında fikrimin nasıl değiştiği de görülmüş olur süreç içinde.
http://fenerbahcesozluk.net/31239.id
http://fenerbahcesozluk.net/111724.id
Bu yazıyı yazmama sebep olan esas olaya geleyim. 29 Ekim 2014 tarihinde; Burhan Felek Spor Salonunda oynanan Fenerbahçe - İstanbul BŞB erkekler voleybol maçına ve Fenerbahçe Ülker Sports Arena Metro Enerji Salonunda oynanan Fenerbahçe - İstanbul Üniversitesi kadın basketbol maçına bilet satışını durdurarak taraftarın polis yardımıyla içeri alınmaması.
Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım'ın geçen hafta sarf ettiği "Bir daha böyle bir olay olursa sahaya girip tepkimi göstereceğim. Hep aynı grup. Gerekirse tribünlere taraftarı aldırmayacağım. Bunları statlara sokmayacağım." açıklaması geldi tabii hemen akıllara. Benim GFB grubuyla hiçbir bağım yok. Kendilerine sempati de duymuyorum. GFB grubunun ismini anmamın sebebi Aziz Yıldırım'ın bu olayların sorumlusu olarak onları görmesi. Sorun da bu. Yok abi öyle bir durum. Valla bak. Fenerbahçe tribününde başkanı eleştiren, tepki gösteren kesimi tek gruba indirgememek gerek. Eleştirinin kulübe ihanetle hiçbir alakası yok. Fakat bu son yapılan taraftara ihanettir. Taraftara ihanet etmek de bir yerde kulübe ihanet etmektir. Fenerbahçe'yi var eden varlığının devamını sağlayacak olanlar taraftarlarıdır. Fenerbahçe'yi ileri taşıyacak olanlar da yönetim kadrosudur. Yönetim kadrosu kulübün sahibi değildir. Taraftar tepkisini yersiz görülebilecek olsa dahi voleybol maçında da gösterebilir, basketbol maçında da gösterebilir. Futbol maçında tepki gösterince fırça yiyorlar zira nerede göstersinler? Üste passolig zırvası çıktı yetmezmiş gibi. İnsanlar susturulmak isteniyor bu ülkede. Belli gücü olanlar protestolara dayanamıyor. Kaderimiz böyle demek.
12 Mayıs 2012 tarihinde Galatasaray ile oynadığımız şampiyonluk maçında bugün taraftarı içeri sokmamak için yardım alınan polis koca stadı biber gazına boğdu. O zaman senin taraftarına bunu yapan polisi de kullanacaktın yani başkan. Benim için sözün bittiği noktalardan birisi bu.
Yahu bu kaçıncı krizimiz ve kaçıncı kez krizin başrolünde Aziz Yıldırım var. Daha geride kalan anons rezaleti. Tribünü bölmesi. Alex'in olaylı ayrılışındaki tavrı. Şampiyonluk gecesinde yaptığı "paralı köpekler" çıkışı. ERSUN YANAL'IN gönderilmesi. Son olarak da taraftarın tribüne "davetiyeyle" alınması. Biz bu kulübü bildiğimiz gibi seveceğiz. Kulüp nasıl sevilir bunu öğretmekten vazgeç başkan. Aymazlık düzeyine vardı yapılanlar. Yeter. Bizimki de can.
Futbola karşı en hevessiz sezonumu geçiriyorum uzun zamandan bu yana. Ersun Hoca'ya yapılanları kimse sineye çekmedi. Takımı nisan ayında şampiyon yapan hoca artık futbolculuktan başka yerlere kaymış belli birkaç ismin şikayeti yüzünden saçma bir sebeple istifaya zorlandı. Böyle yönetim olur mu? Futbolcunun isteğine göre yönetilir mi takım ya? Tepkiler bu ayıbın unutulmamasındandır.
(unfaithful)
6 Ekim 2014 Pazartesi
TELEVİZYON MOLASI VE ENDÜSTRİYEL BASKETBOL
Adına reklam molası deyin, medya-televizyon molası deyin; ne olduğu ile ilgili tek bir gerçek var: PARA!
Voleybolda teknik mola (technical time out), NBA'de zorunlu mola (mandatory time out) ya da hakem molası (official's time out) ve beyzbol, bovling, kriket gibi çeşitli spor dallarında çeşitli isimlerle çıkar karşımıza endüstriyelleşme.
İsmail Sarp Aykurt yazısında 2014 Dünya Şampiyonasını böyle eleştiriyordu ve geçmişi anıyordu. Yazının tamamını okumak için tıklayın.
Milyonlarca liranın havada uçuştuğu, salonların reklam panolarıyla dolduğu, basketbolcuların (spocuların) kişisel sponsorluklardan kazandıklarının maaşlarını geçtiği bir sportif düzende, rekabet paraya göre şekillendiriyor basketbolu. İşte televizyon molası tam da burada devreye giriyor. Elbette reklam molaları bu işin simgesi ama maddiyatın cüreti oyunu keyfine göre bölebilecek seviyeye kadar geldi.Doruk noktasında mıyız bilinmez.
HD kameralar, saniyenin binde milmem kaçı kadar yavaşlatılmış görüntüler, şovlar ve ışıklar. Bu dünya bir yandan bizi cezbediyorken bir yandan da oyunu mahkum ediyor kendine. Eski efsane basketbolcuların yerini "Cinderella hikayeleri" alıyor. Senaryo gerçeğin yerini ne ölçüde aldı? Bilinmez...
dmitri fedorovic
Voleybolda teknik mola (technical time out), NBA'de zorunlu mola (mandatory time out) ya da hakem molası (official's time out) ve beyzbol, bovling, kriket gibi çeşitli spor dallarında çeşitli isimlerle çıkar karşımıza endüstriyelleşme.
"...toplumcu karakterden bağımsız, madalya ve kazanma odaklı bir eksende sürdürülmesinin önünü açıyor. Her sayı reklam kokuyor, şirketler seviniyor, parkelerde, formalarda, mola aralarında firmaları izlemekten artık iğrenir hale geliyor, “televizyon molası” adı konulan icadın maçı izlemekten soğutan psikolojik etkisini pratik ediyoruz, defalarca…"
İsmail Sarp Aykurt yazısında 2014 Dünya Şampiyonasını böyle eleştiriyordu ve geçmişi anıyordu. Yazının tamamını okumak için tıklayın.
Milyonlarca liranın havada uçuştuğu, salonların reklam panolarıyla dolduğu, basketbolcuların (spocuların) kişisel sponsorluklardan kazandıklarının maaşlarını geçtiği bir sportif düzende, rekabet paraya göre şekillendiriyor basketbolu. İşte televizyon molası tam da burada devreye giriyor. Elbette reklam molaları bu işin simgesi ama maddiyatın cüreti oyunu keyfine göre bölebilecek seviyeye kadar geldi.Doruk noktasında mıyız bilinmez.
HD kameralar, saniyenin binde milmem kaçı kadar yavaşlatılmış görüntüler, şovlar ve ışıklar. Bu dünya bir yandan bizi cezbediyorken bir yandan da oyunu mahkum ediyor kendine. Eski efsane basketbolcuların yerini "Cinderella hikayeleri" alıyor. Senaryo gerçeğin yerini ne ölçüde aldı? Bilinmez...
dmitri fedorovic
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)