15 Nisan 2014 Salı

ANALİZİ OLMAYAN MAÇ

Analizi yok dedik, bunu çok harala gürele bir maç olduğu için değil, maça dair teknik cümleler dizmenin "bu saatten" sonra anlamsızlaştığı için. Çok da kasmadan, birçok eksiğe rağmen 4 gollü ve rahat bir galibiyetle ayrıldık Mabed'den. Kara 13 Nisan gününün en güzel tarafı idi Antalyaspor maçı. Nitekim; aynı gün erkek voleybolcularımız 3-2 Halkbank'a yenilerek, kadın voleybolcularımız Vakıfbank'a yine aynı skorla yenilerek kılpayı kupayı kaçırmamıza neden oldu. Güne masa tenisi Şampiyonlar Ligi finalini kaybederek başlamıştık zaten. Kadın basketbolcularımız ikinci kere üst üste finalde verdi kupayı Euroleague'de Galatasaray'a. O mücadelelnin iki ekibini de tebrik etmeden geçmeyelim.



Analiz yapmayalım dedik ama Caner'in attığı frikik golü ile bu seneki "top class" performansını süslediği, Kadlec'in son maçlarındaki stoper mevkiindeki başarılı oyunlarını 2 gol ile ışıklandırmasını, Sow, Kuyt ve Salih'in akıttığı kanlarla "Mehmetçik Basri"leşmesi anekdotlarını es geçersek ayıp etmiş oluruz.

Galatasaray taraftarının Mayıs ayı vurgusuna esprili bir gönderme vardı tribünde:

Bu, aslında bir meydan okumaydı. Tarihinin en rahat şampiyonluğunu tarihinin en zorlu döneminde alıyordu Çubuklular. 3 Temmuz Fenerbahçe'yi yıkamamıştı.

Bitime 5 hafta kala puan farkı Beşiktaş ile 12 ve bir sonraki maçımız da Beşiktaş ile. Kazanırsak bu Pazar şampiyonluk kutlaması yapabiliriz. Ne kadar da heyecan verici değil mi? Hiçbir şampiyonluğu böyle beklemiş miydik?

Ersun Yanal maç adına en doğru hamleyi yaparak taktik dizilişi değiştirmeden sadece eksiklerin yerine muadillerini koyarak başladı maça. Sağolsunlar Selçuk Şahin, Kadlec, Mehmet Topuz ve diğerleri haleflerini aratmadı.

Kara pazar beyaz bitti. Adım adım şampiyonluğa gidiyoruz. Dediğimiz gibi fazla söze gerek yok; çıkarın bayrakları. Gülümsüyor arma.

(dmitri fedorovic)

14 Nisan 2014 Pazartesi

E-BİLET; GETİRDİKLERİ/GÖTÜRDÜKLERİ

Tribün grupları gerçekten maç esnasında bağırmaktan başka işlere de yarıyorsa bunu gösterme günü bugündür. Ne yapıp edip örgütlenmeli ve bu ucubenin önüne geçmek zorundadırlar. Bazı çizgisi belli gruplar zaten karşı çıkacaklar bu uygulamaya. Fakat gfb gibi ultraslan gibi reisçilik oynayan gruplar taraftarın gözünde sıfıra inen itibarlarını geri kazanmak istiyorlarsa hareket geçmeliler. Öyle eften püften sebeplerle İstinye’ye yürümek kolay. Hadi bakalım kolaysa karşılarına bu rant grubunu alsınlar da maçalarını görelim. Şimdi çoğunuz zaten biliyordur ve okumuştur bu uygulamanın ne olduğunu ama bilmeyenler için biraz copy paste çalışması yapacağım aşağıya.
Passolig kart, taraftarların sevdikleri ile birlikte güven içinde stadyumlara gidebilmelerini ve istedikleri karşılaşmayı her türlü olumsuzluktan uzak, huzurla izlemelerini sağlıyor!
Hem kulüplere, hem de taraftarlarına büyük fırsatlar ve ayrıcalıklar sunan Passolig kart ile Türk futbolu maddi kazancın yanı sıra, tribün huzurunu ve güvenliğini de maksimize ederek, yaşanmış olan pek çok olumsuzluğu da geçmişte bırakıyor.


14 Nisan 2014 tarihinden itibaren uygulanmaya başlayacak yeni yasal düzenleme ile kâğıt biletler tamamen ortadan kalkacak, maçlara artık sadece Passolig kart ile girilecek. Kartlandırmanın başlamasıyla basılı bilet derdi sona erecek, maçlar elektronik biletlere tanımlanarak müsabakalara çok daha hızlı bir şekilde, beklemeden girmek mümkün olacak.
Passolig kart sahibi olan sporseverlerin maç biletleri, kartlarına otomatik olarak yüklenecek. Kombine biletler de artık Passolig Kartlar‘ına tanımlanacak. Satın alınan maçın bilgisi, tüm detaylarıyla kart sahibinin e-posta adresine ve cep telefonuna gönderilecek. Ayrıca kart sahipleri maç günleri stadyumlarda konumlandırılacak el terminalleri aracılığıyla bilet bilgilerinin yazılı çıktısını alabilecek. Kısacası, kart sahipleri yükledikleri maça ilişkin her türlü detaylı bilgiye rahatlıkla ulaşabilecek.
Taraftarların Passolig kart ile kazandıkları avantajlar yalnızca futbol müsabakaları ile sınırlı kalmıyor. Anlaşmalı şehirlerdeki toplu taşıma araçlarında ulaşım kartı olarak kullanılabilen Passolig Kartlar‘la kişiye özel kampanyalardan da yararlanılabiliyor. Ayrıca isteyen taraftarlar Passolig Kart’larını kredi kartı olarak da tercih edebiliyor.
Siz de Passolig‘in sihirli dünyasına hemen başvurun, bu benzersiz dünyanın sunduğu deneyim ve ayrıcalıkları yaşamaya başlayın. 14 Nisan 2014 tarihinden itibaren uygulanmaya başlayacak yeni yasal düzenleme ile kâğıt biletler tamamen ortadan kalkacak, maçlara artık sadece Passolig kart ile girilecek. Kartlandırmanın başlamasıyla basılı bilet derdi sona erecek, maçlar elektronik biletlere tanımlanarak müsabakalara çok daha hızlı bir şekilde, beklemeden girmek mümkün olacak.
Passolig kart sahibi olan sporseverlerin maç biletleri, kartlarına otomatik olarak yüklenecek. Kombine biletler de artık passolig Kartlar‘ına tanımlanacak. Satın alınan maçın bilgisi, tüm detaylarıyla kart sahibinin e-posta adresine ve cep telefonuna gönderilecek. Ayrıca kart sahipleri maç günleri stadyumlarda konumlandırılacak el terminalleri aracılığıyla bilet bilgilerinin yazılı çıktısını alabilecek. Kısacası, kart sahipleri yükledikleri maça ilişkin her türlü detaylı bilgiye rahatlıkla ulaşabilecek.
Taraftarların Passolig kart ile kazandıkları avantajlar yalnızca futbol müsabakaları ile sınırlı kalmıyor. Anlaşmalı şehirlerdeki toplu taşıma araçlarında ulaşım kartı olarak kullanılabilen Passolig Kartlar‘la kişiye özel kampanyalardan da yararlanılabiliyor. Ayrıca isteyen taraftarlar Passolig Kart’larını kredi kartı olarak da tercih edebiliyor.
Siz de Passolig‘in sihirli dünyasına hemen başvurun, bu benzersiz dünyanın sunduğu deneyim ve ayrıcalıkları yaşamaya başlayın.





Hemen hemen aynı şeyi düşündünüz öncelikle benim gibi. Bundan sonra maça gitmek için bu kartı almak zorunda mıyım? Evet zorundasınız. Toplam kaç maça gittiğiniz önemsiz, bir maça bile gidecek olsanız bu kartı mecburen alacaksınız.
Peki, paralı mı kart? Elbette paralı burası Türkiye her yer rant her yer para kazanma tutkusu.
Peki, tamam yine de almak istiyorum nasıl alacağım? İşte burası kritik çünkü bundan sonra mecburen Aktifbank müşterisi oldunuz. Bu bankanın adını daha önce duymadınız mı? Çalık grubu desem size? Onun da mı adını duymadınız? Eski Sabah gazetesi patronu desem. Trink! Sanırım jeton şimdi düştü.
Peki, benim kartımla kaç kişilik bilet alabilirim? Herkeste olacak bu kart. Yani toplayayım arkadaşları gideyim maça falan kalmadı. Hepsi alacak bu karttan.
Tamam, lanet olsun onlara da aldıracağım kartı sorun değil sistem güvenli mi bari? Henüz bilmiyoruz fakat teoride karaborsayı bitirmesi olası. Asıl soru bu değil yalnız. Asıl soru şu, siz güvende misiniz bunu merak edin bence. Çünkü bütün kimlik bilgilerini senede gideceğiniz en fazla dört beş maç uğruna devlete verdiniz. Fişleme dediniz sanki öyle duydum. Bizim devletimiz yapar mı öyle şeyler hiç sizinki de laf mı yani şimdi.
Bunu bir kere alsak iş bitiyor mu? Elbette bitmiyor nasıl ki sırf kulübünü desteklemek için taraftar kart aldın ve yıllık aidatını ödüyorsun bununkini de ödeyeceksin. Ne kadar olduğu meçhul. Şu an için 25 TL gibi rakamlar telaffuz ediliyor fakat para tatlıdır. Seneye ne olacağı hiç belli olmaz.
Bu kartı aldım deplasmana gidebilecek miyim? Daha önce de dediğim gibi burası Türkiye. Kartı satarken daha en baştan seni fişliyorlar. Çünkü tuttuğun takımı soruyorlar. Dolayısıyla bu kartla Kadıköy dışında bilet alamayabilirsin. Tamamen rakip takımın keyfine kalmış. Hadi Galatasaray maçına gideyim de sessizce içlerinde oturayım falan deme o yüzden. Sanmıyorum ki böyle bir şeye izin versinler.
Şimdilik sayabildiklerim olumsuzlukları bu kadar ama aslında sayfalara dolu yazılır bunun hakkında. Özetle devlet sırf siz maça gideceksiniz diye zorla cebinizdeki parayı alıyor, bunu yandaş bankaya aktarıyor, sizi fişliyor, zevkinizin içine ediyor. Bu saçmalığı da bize yutturmaya çalışıyor. Hayırlı işler.

uo

8 Nisan 2014 Salı

ZAMANI GEÇTİ

Geçen haftayı Mustafa Sarıgül'ün sloganı olan "zamanı geldi"nin Bursa maçını oynarken Saracoğlu'nda yapılan uyarlamasını söyleyerek geçirdik. Son yıllarda en moralli gideceğimiz derbi maçıydı bu. Şampiyonluk bir mucize olmazsa garantiydi bizim adımıza zira alışık olmadığımız biçimde. Ligin bitimine yedi hafta kala, resmi olmasa da Trabzonspor maçını hesaba katınca fark on üç puana çıkmış ve son dönem formda olan bir Fenerbahçe vardı. Üstüne üstlük rakibimiz Galatasaray şampiyonluğa havlu atmış, şampiyonlar liginden elenmiş ve üç haftadır galibiyet alamamanın stresini yaşıyordu. İki sezon üst üste gelen şampiyonluk ve geçen sezon oynanan çeyrek finalden sonra daha kötü bir sezon geçiren Galatasaray takımının taraftarının da iki beklentisi kaldı. Birincisi ezeli rakip Fenerbahçe'yi Türk Telekom Arena'da yenmek, ikincisi lig ikinciliğini muhafaza etmek. Bildiğimiz üzere bu sezon lig ikincisi olmak hiç olmadığı kadar değerli şampiyonlar ligine direkt bir bilet temin etmesinden ötürü. Derbilerin sonucu kestirilemez olsa da saha dezavantajına rağmen takımların formlarını göz önünde bulundurunca avantajlı taraf olarak gözüküyorduk.




Son hafta sahaya çıkan on bire göre tek değişiklik Salih'in yerine Emre'nin oynaması oldu. Deplasmanda oynanacak bir derbi için mantıklı bir tercihti de bu. Onun dışında son haftalarda formda olan kadroyu değiştirmedi Ersun Hoca. Galatasaray da ideal denilebilecek bir kadroyla çıktı sahaya. Orta saha hakimiyetini ele geçirebilmek için ideal bir üçlü olan Yekta-Melo-Selçuk üçlüsüyle başladı. İki haftadır sahalardan uzak da olsa forvette Drogba'yı tercih etti Mancini. Kadroları inceleyince orta sahayı alanın oyuna hakim olacağı da anlaşıldı zaten.

Galatasaray orta sahada hakim olunca hızlı girdi maça beklendiği gibi, zaten bu sezon en çok golü de ilk on beş dakikada bulmuşlardı. Takımımızın sakin oynamayı bilmesi avantajdı bu dönem için fakat Selçuk'un şık pasını Melo bekletmeden Sneijder'e aktardı ve düzgün bir vuruşla köşeye gitti top. Kondisyon olarak 90 dakikayı daha iyi çıkartan bir Fenerbahçe olduğu için sezon genelinde pek paniklemedik, rahatımız çok kaçmadı. Rahatımız kaçsın kaçmasın 1-0 gerideydik tabii artık. Sezon genelinde görmeye alışık olduğumuz Caner'in bindirmelerine çok rastlayamadık ilk yarıda sezonun geçmiş maçlarına oranla. Tabii bunda Galatasaray'ın orta saha hakimiyetini koruması da etkili oldu. Gol haricinde futbol namına konuşulabilecek iki pozisyon vardı ilk yarıda. Birincisi, kornerde defansın uzaklaştırdığı topa Telles'in şık vuruşu, ikincisi ise Drogba'nın dönerek vurduğu topun direkten dönmesi. Bu pozisyonlar dışında bir it dalaşı hakimdi sahada, kaos futbolu oynandı daha çok. Bu durum rakip takımın işine geliyordu. Tribünlerde yoğun bir tezahürat ve baskı vardı. Kalan maçlarda ceza alsalar da pek önemli olmadığı için bunun rahatlığıyla maça etki etmeye çalıştılar. İlk yarının en kritik anı ise Emre'nin ikinci sarıdan atılması oldu.

İkinci yarıya istekli başlayan bir Fenerbahçe vardı sahada. Eboue'nin sahada olsa da uyuyan hali avantaj oldu adımıza. Tabii on kişiyle Galatasaray deplasmanında dominant bir oyun sergilemek zordu. Sergileyemedik de. Geldiğinden beri en kötü maçlarından birini oynayan Sow da şanssızlık oldu takımımız için. İlk yarı sonunda yerine Alper'in alınması düşünülebilirdi. Hem Galatasaray defansı baskı karşısında afallayabiliyordu hem de orta saha direncimizi yükseltecek bir değişiklik olurdu bu. İkinci yarının kırılma anı Eboue'nin oyundan çıkması oldu. Gerçi kötü gözüken Eboue bile bir noktadan sonra yorulan takımımızı kanat bindirmeleriyle zorlamaya başlamıştı. Yerine giren Sabri Galatasaray adına bir dinamizm kattı sahaya. Bundan sonra da pek pozisyon olmadı zaten. Futbol olarak kısır bir derbi izledik.




Saha dizilişlerinde de Fenerbahçe'ye oranla daha önde bir Galatasaray var. Bizim dizilişimizde çok dikkat çeken bir değişiklik yok. Takım yine son haftalardaki gibi dizilmiş. Caner genelde orta saha çizgisinin biraz daha önünde gözükürdü bu tabloda ve zaman zaman Meireles bir tık ileride olurdu. Emre ilk yarı bitmeden atılınca da doğal olarak bir adım geride kaldılar. Dikkat çeken bir görüntü de Galatasaray'ın orta sahadaki kalabalıklığı zira maçı onlara getiren faktörlerden en önemlisiydi bu. Orta saha kontrolünü ele alarak 50 dakika 10 kişi oynayan rakiplerine pek fırsat tanımadılar.





Emenike harici savunmada birbirine yakın yerleşen bir Fenerbahçe vardı sahada. Emre'nin atılması bunda da etkili oldu tabii. Rakibi böyle geride karşılayıp sahada da on kişi kalınca maç çok daha zor hale geliyor tabii. 




Ana pas bağlantısını alışık olduğumuz üzere çok adamla kurduk yine. Çok adamla kurmayı başarsak da kanatlara yayılamamanın sıkıntısını ciddi biçimde yaşadık bu maç. Özellikle Galatasaray'ın daha defansif olarak daha zayıf gözüken sol kanadını Gökhan ve Kuyt ikilisiyle yeri geldiği zaman defansın arkasına kaçırılan Emenike ile değerlendireceğimiz kanısındaydım ben. Böylesi bir maçta on kişi kalmak her şeyi etkiliyor tabii. Gereğinden fazla değinsem de gerçek bu.




Sahada pek futbol olmadığı için analiz de kısa sürüyor. Değinmeden geçemeyeceğim birkaç noktayı analizi sonlandırdıktan sonra burada yapıyorum. Türkiye'de çok duyduğumuz "hakem" kelimesi kilit mesela. Çok kötü bir maç yönetti Bülent Yıldırım. Hemen hemen her atağa çıkışımızda garip fauller verdi ve zaten zor çıkan takım çözüm üretemez hale geldi. Ben hakemi art niyetli buldum ki Bülent Yıldırım ligde az sayıda gözümün tuttuğu hakemlerden biriydi bu maça kadar. Hakem faslı bu kadar.





Şimdi gelelim Emre'ye. Emre atılmasa bu maçın kaderi çok daha farklı olabilirdi. Eğer sen bu takımın kaptanıysan, 34 yaşını doldurmuş yıllar boyu Avrupa'da oynamış bir isimsen bu tahriklere kapılmayacaksın. Kapılırsan da sonucunun bu olacağını bileceksin. Tabii ki Emre tek suçlu değil. Ben de biliyorum maç boyunca küfür yemenin Melo gibi bir oyuncunun tahriklerinin sinir bozucu olduğunun. Ben ekran başında bir taraftar olarak bu tahriğe kapılabilirim. Ben ekran başında küfür edebilirim. Sen de sahada tahriğe kapılıp faul üstüne faul yapabilirsin fakat benim yaptığımın bir bedeli yokken senin yaptığının bir bedeli var. Emre Melo'ya istediğini verdi özetle. Zidane da dünya kupası finalinde kariyerine Materazzi'ye kafa atarak veda etti sonuçta. Profesyonel futbolcu da olsalar insanlar sonuçta. Yıllardır da tanıdığımız bir türlü uslanmayan bir futbolcu Emre. Şimdi gelip de bu yüzden bir ton konuşmamız yersiz. Emre bunu hep yapıyor çünkü. Bu Emre'yi haklı çıkarmaz. Hep söyledim hep de söyleyeceğim, Emre'nin bu hareketleri çirkin.



Ve son olarak Melo hakkında birkaç cümlem var. Melo bugüne kadar izlediğim rakip takım futbolcularının bana en sevimsiz ve en itici geleni. Gerek son maça kadar yaptığı hareketler gerekse son maçta yaptığı garip hareketler bunun sebebi de. Geçen sene benim de eleştirdiğim, özellikle rakip takım taraftarlarının topa tuttuğu Meireles'in yaptığı hareketin aynısını yaptı. Şimdi görelim samimiyetinizi, futbolun çirkinliğine yaptığınız eleştirilerinizi. İstediğini aldı dün Melo. Bize de iğrenç bir derbi izletilmesinin baş sorumlularından biri oldu.

(unfaithful)

7 Nisan 2014 Pazartesi

YÜKSEK BEKLENTİLER VE YİNE HÜSRAN

Başlıktan bekleneceği üzere Fenerbahçe Ülker üzerine bir yazıyla karşı karşıyasınız. Bu sezon erkek basketbol hariç her alanda şu ana kadar beklentilerimiz gerçekleşti dersem doğru bir tespit olacak zannımca. Voleybolda hem erkek hem kadın takımlarının kazandığı kupalar, kadın basketbol şubemizin Euroleague'deki istikrarlı gidişatı, şu anda üzerimizde Galatasaray'a kaybetmenin hüznü ve hıncı olsa da futbol takımımızın ligdeki şampiyonluğunun hemen hemen garanti olmasından ötürü geriye kalan tek şube erkek basketbol. 





Sezon başı belki de ilk defa takım için yapılan hamleler bu kadar güven verdi. Zeljko Obradovic yeni koçumuz olunca basketbolla alakalı her taraftarın gönlüne su serpilmiştir sanıyorum. Özellikle son sezonlarda, büyük beklentiler besleyip ardından onların unufak olmasını hepimiz izledik. Umutların hepten sönmeye başladığı, "herhalde artık Euroleague'de tutunamayacağız" düşünceleri canlanırken, koçluk yaptığı beş takımın dördünde ilk sezon Euroleague şampiyonluğu kazanan Sırp koç gelince istemsizce beklentilerimizi yükselttik. Tabii sadece koç transferi sebep değildi beklentilerin yükselmesine. Obradovic geldiğinde iyi transferler yapılacağını bekliyorduk genel olarak. Linas Kleiza (kendisi benim için bu sezonun en büyük hayal kırıklığıdır), Nemanja Bjelica, Luka Zoric gibi NBA'den ve Avrupa basketbolundan tanıdığımız isimlerle Kenan Sipahi ve Melih Mahmutoğlu gibi ligimizden tanıdığımız oyuncular transfer edildi sezon başı. Gasper Vidmar da Beşiktaş'ta geçirdiği kiralık sezonun ardından takımda tutuldu.


Fenerbahçe camiası taraftarı olarak bunu çok yapıyoruz belki de. Ben bu özelliğimizi Real Madrid taraftarına benzetiyorum biraz her daim başarı istiyoruz ve hemen istiyoruz. Futbol takımı başarılı olsa bile Aykut Kocaman döneminde daha defansif bir oyun sergilediği için hala zaman zaman eleştirilmekte. Konudan çok sapmadan devam edeyim. Geçen sezon olduğu gibi yine gaza geldik sezon başı. Bu sefer "başımızda koç gibi koç var transferler de sağlam aksilik olmazsa F4 gelecek" düşüncesi oluştu sezona da güzel başlayınca. Ne kadar Euroleague'de ilk gruplar çok ölçü olmasa da içeride Barcelona'yı ve iki maçta da CSKA'yı mağlup eden bir Fenerbahçe Ülker vardı parkede. Bojan çok formdaydı ve Emir sonunda beklenen çıkışı göstermiş gibiydi sezonun ilk bölümünde. F4 yapabileceğimize inansam da Top 8'i yeterli görüyordum ben bu sezon gerçi onu da belirtmeden geçmeyeyim.


Takımın gidişatının bozulacağına dair sinyaller Euroleague'de ilk gruptan sonra transfer yapılmamasıydı bana göre. Kenan çok yetenekli de olsa tecrübesizliği hissediliyordu. İlk gruplarda bu çok sorun oluşturmasa da Top 16 ile beraber takımların işi daha ciddiye alıp savunmaları sertleştirmesiyle 1 numara yedeği ihtiyacı duyacağımız açıktı. Benim de katıldığım ve genel olarak istenen bir de pivot transferiydi o dönem. Vidmar savunmada iyi hücumda verimsizdi, Zoric ise hücumda zaman zaman verimli savunmada ise genelde kötüydü. 


Transfer yapılmadan girildi Top 16'ya. İçimize sinmese de Obradovic'in bir bildiği vardır dedik. Pisi pisine yenilgilerle, şanssız bir şekilde başladı Top 16 bizim için. Gerek Barcelona gerek Olympiakos maçı yakın da geçse, kontrolün alıştığımız üzere elimizde olduğu maçlar değildi bu sefer ilk turun aksine. Bu dönemde Vidmar ve Kenan'ın sakatlıkları transfer yapılmasını mecbur kıldı. Tabii Top 16 başlamadan ara transferde alınabilecek iyi oyuncular kapılmıştı. En dikkat çeken transferlerden birisi Daniel Hackett'ın Milano'ya gitmesiydi mesela. Bizim de ihtiyaç duyduğumuz guard pozisyonunda oynayan oyuncu, ilk gruplarda çok kötü gözüken Milano'ya gitti ve takım onun da transferinin etkisiyle Top 16 turunda kendisini toparladı. şu anda da grubumuzda ikinci sırada. Ardından Pierre Jackson ve Blagota Sekulic transferleri geldi. Sekulic, Vidmar'ın boşluğunu kapayacak tarzda bir pivot değildi ve biliyorduk bunu. Bu sezon en anlam veremediğim transfer aynı zamanda. Pick and Roll yerine bire bir odaklı bir oyun tercih etti bu sene Obradovic çünkü. Bu konuya ayrıca değineceğim zaten. Pierre Jackson ise sezonun o vaktinde yapılabilecek iyi tercihlerden biriydi bana göre çok seçenek yok zira. Pierre Jackson NBDL'den Euroleague'e geldiği için uyum sorunu yaşayacaktı, bunu da biliyorduk ve yaşadı da.


Gelelim takımın sezon başındaki oyununa devam edemesinin diğer asıl sebebine. Burada koçumuzun oyunu tekrar bire bire dökme taktiği diğer sebep. Tabii ki tercihine saygı duyulacak bir koç Zeljko Obradovic ancak bu sezon en verimli yolu izlemediği de ortada. En azından pick and roll oyununa daha çok yer verilebilirdi, bire bir oyununa Top 16'da haddinden fazla ağırlık verdik. Yine en verimli yol olmasa da şimdikinden daha verimli olurdu. Söz konusu Obradovic olduğu için bu yolun önümüzdeki sezonlarda en verimli yol olmamaya devam edeceği hususunda net bir şey diyemiyorum. Bence olmaz fakat Obradovic bir mucize daha gerçekleştirirse de sanırım kimse şok olmaz. Bire bir üzerine kurulu bir oyun oynanınca topun eline az geçtiği oyuncular için konsantre olmak çok daha zor oluyor. Hem savunmada hem hücumda yüksek konsantrasyonla başladık sezona ve takım bu aşamaya gelene dek yıprandı sistemden ötürü. Şimdi de konsantrasyon problemi yaşıyoruz. Bu problem son zamanlarda oynadığımız maçların hemen hepsinde görüldü zira. Banvit maçı en güzel örneklerden biri bu durum için.






Açık konuşmak gerekirse Obradovic'in gelişinden sonra Top 8 yapamamak benim için hayal kırıklığı oldu bu sezon. Koçumuz da kendi kariyerine baktığımız zaman kötü sezonlarından birini geçirdi. Takıma beklediğimiz katkıyı sağlayamadı. İnsanlar hata yapar dolayısıyla koçlar da hata yapar. Büyük koçlar yaptıkları hatadan ders çıkarır. Son iki cümleyi bu ara çok duymuş olsak da en açıklayıcı cümleler bunlar. Önümüzdeki sezon için benim güvenim tam Obradovic'e. Umarım Panathinaikos'da olduğu gibi uzun yıllar kalır başımızda.


Top 8 yapamamaktan daha çok hayal kırıklığına uğratan nokta ise takımın son haftalardaki durumu. Ruhlarını kaybetmiş ve ne yapacaklarını bilemez halde gözüküyorlar, bunun da en güzel örneği geçen Perşembe günü oynadığımız Laboral Kutxa Vitoria maçı. Laboral grubun dibinde olup sorunsuz bir takım olmasa da kendi sahasında problem oluşturabilecek bir takımdı ve takımın halini görünce kesin diyemiyorduk zaten. Ne kadar o maçı kazansak dahi gruptan çıkmamız mucizelere bakıyor olsa da o maçı KA-ZA-CAK-SIN-IZ! Olmadı, kazanamadık. 





Değinmek istediğim bir nokta da takımın kemik kadrosundan güvendiğimiz Emir ve Bojan. Sorumluluk almaları gereken dönemde ikisi de kayıplara karıştı. Bizim güvenimiz bu zamanlarda o sorumluluğu almanız içindi başka zamanlarda değil. Belki de koç en büyük hatayı onlara güvenerek yaptı. Efes'in halini de biliyoruz Oktay Mahmuti'nin gidişine kadar. Koç değişikliğiyle yapabilecekleri tek değişikliği yapıp Doğuş Balbay, Birkan Batuk gibi oyuncuların liderliğiyle savunma odaklı oyuna döndüler. Efes'in bu koç değişikliğinden sonra çoğu maçta elinden geleni yaptığını gördük. En azından bu özveriyi beklerdik bizler de taraftar olarak takmımızdan. Top 16 seviyesinde göremedik ne yazık ki. Geriye sadece lig kaldı. Umudumuz takımın play-off'lara kadar toparlanması artık.


edit: ilk yazım olması sebebiyle bir iki ufak değişiklik yaptım, affola.


(unfaithful)

1 Nisan 2014 Salı

TARİHE 3 ADIMDA ATLAMAK: RUHİ SARIALP

1924 yılında Manisa'da doğduğunda Sarıalp, kimse yıllarca ondan uzağa kimsenin atlayamayacağını bilmiyordu doğal olarak. 2001 yılında kaybettiğimiz bu efsane üç adım atlamacımızın adı şimdi Dereağzı Lefter Küçükandonyadis Atletizm pistinde yaşıyor ve kulübümüz tesislerinde duvarda bir rölyefi bulunuyor. 

Kolay değil. Kendisin 1948 yaz olimpiyatlarında aldığı bronz madalya ancak ve ancak 56 sene sonra 2004'de Eşref Apak tarafından tekrar edilecekti. 1950 Avrupa atletizm şampiyonasında aldığı altın madalya ise ancak 52 yıl sonra 2002 yılında Süreyya Ayhan Kop tarafından yinelecekti. Ama ne yazık ki kendisi bunu göremeyecek ve ölene kadar bu ünvanları elinde bulunduracaktı.




Kendisinin sporcu kişiliğinin yanına eklediği müthiş bir öğrenme, araştırma azmi de vardı. Denizcilik ve mitoloji alanlarında yaptığı araştırmalarla da bilinen bir isimdi. Bununla yetinmeyip üniversitelerde Spor Tarihi hocalığı da yapmıştır.

(dmitri fedorovic)

SON DÜZLÜĞE GİRERKEN GELEN 3 PUAN

Galatasaray'ın berabere kaldığı ve Beşiktaş'ın yenildiği haftada kendi evinde oynuyordu Fenerbahçe. Kazandığı takdirde puan farkını 13'e çıkaracak ve artık neredeyse şampiyon olacaktı. Tribünler de tamamen doluydu ve hiçbir olumsuz şart yoktu Fenerbahçe için.

Emre ve Alper'in sakatlığından ötürü ilk on birde Salih'le başladı Ersun Hoca. Onun dışında ideal on bir sahadaydı. Bursaspor ise 4-3-3'ün ileri ucunda Volkan Şen, Şener ve Sestak ile başladı. Yani tam bir deplasman takımı hüviyetindeydi. Takım savunmasına yardım eden, basan ve boğuşan bir üçlü. Sahaya çıkan Bursaspor on biri, kapanacağını açıkça belli ediyordu ve silahının kontra ataklar olduğunu gösteriyordu. Fenerbahçe'de böyle maçların kilit ismi Emre sakatlığından ötürü sahada yoktu ama bu işi yapabilecek Salih vardı.

Hırslı ve baskılı başladı Fenerbahçe. Top rakipteyken çoğu zaman Alves, Bekir ve Topal dışında tüm oyuncular rakip yarı alanda basıyor ve pozisyon alıyordu. Bu da Bursaspor'un oyun kurmasını engelliyordu. Aşağıdki grafikte bu görülüyor. Sadece hücumda Meireles biraz öne çıkıyordu.


Çoğu kez Bursaspor antrenörü ileri çıkın diyordu takıma ama buna fırsat vermiyordu Fenerbahçe. Top kendindeyken de kanatları çok iyi kullandı Fenerbahçe. Özellikle Gökhan'ın kanadı çok verimliydi. Zaten maç boyunca ceza alanına en çok top gönderen isim de Gökhan'dı(11). Fenerbahçe'nin oyunu kanatları da kullanarak geniş alana yayması, Salih'in demarke pozisyonda kalmasını sağlıyordu. Zaten Emenike, Sow ve Kuyt rakipler için tehlike, buna bir de oyunu alan olarak genişletmeyi ekleyince Salih adeta bomboş kaldı. O da bu boşluğu rakiplerini eksilterek ve öldürücü paslar atarak değerlendirdi. Zaten Emre'nin yokluğunda kendisinden en çok beklenen de buydu bu maç için. İlk yarının son on dakikasında bir düşüş yaşadı Fenerbahçe ama çok önemli değildi bu. Esas tehlike ikinci yarıdaydı

İkinci yarıya ise Ferhat-Taiwo değişikliği ile başladı Bursaspor. Basser sol beke, Şener sağ beke ve Ferhat da sağ açığa geçti. Fenerbahçe için tehlike burada başladı aslında. Daha hızlı ve ofansif bir Bursa vardı ve Fenerbahçe'nin buna cevap vermesi gerekiyordu. Ama neredeyse 75. dakikaya kadar hiçbir cevap veremedi Fenerbahçe.

Fenerbahçe'nin ikinci yarıda Bursa'ya cevap verememesinin en önemli nedenlerinden birisi de bu savunma yerleşimi. Emenike ve Salih çok ileride kaldı. Özellikle de Salih'in ileride kalması orta alanda üstünlüğü Bursa'ya geçirdi ve top sürekli Fenerbahçe yarı alanında kaldı. Zaten bir ara top %70'lere yakın Bursa'daydı. Bu duruma ek olarak Caner'in de Sow'dan zaman zaman destek alamaması Fenerbahçe'nin sol kanadını boşalttı. Zaten Şener de Ferhat da etkili oyuncular. Buna Sow'un yardım etmemesi de eklenince Caner'in bölgesi çok açık verdi. Ancak Ersun Hoca'nın 73. dakikada oyuna Mehmet Topuz'u Salih'in yerine alması ibreyi değiştirecekti. 75. dakikada gelen golle de fişi çekti Fenerbahçe.

Fenerbahçe için maçın da sezonun da kilidi aslında şu pas bağlantı grafiği:

Hem kalabalık hem de geniş alana yayılan bir Fenerbahçe. Bunu uygulayabildiği hemen her maçı aldı Fenerbahçe. Zaten Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş gibi önlem alınan takımların anahtarı bu saha yayılışı. Bu pas trafiğini kalabalık ve geniş alana yayılmış oyuncu grubuyla yapıyorsanız şampiyonluğun favorisi olursunuz. Bunlara ek olarak da mesela Fenerbahçe bu maçta rakibi kaleden 46 metre ileride karşılamış. sezon ortalaması da bu civardadır diye tahmin ediyorum. Rakibi Galatsaray ise Konya'da 41 metrede kalmış. Rakibi kaleden uzak tutup, top sendeyken de geniş alana yayılıyorsan şampiyon olursun. Fenerbahçe'nin bu seneki "farkı" aslında bu rakamsal üstünlüklerde yatıyor.


İlk 45 dakikayı ve son 15 dakikayı üstün oynayan ve hak ettiği 3 puanı 3 golle alan bir Fenerbahçe vardı. Bundan sonra evindeki 3 maçı alıp başka maç kazanmasa bile şampiyon oluyor. İnanılmaz bir avantaj. Umarım 3 senedir çekilen sıkıntılar bu sene şampiyonlukla sona erecek ve bambaşka bir sayfa açılacak. Yolumuz açık olsun.

RAUL MEİRELES
Kendisine değinmeden geçemedim. Bu sezon beklenenin altındaydı ama Erciyes maçında sonradan oyuna girdiğinden bu yana bambaşka bir Meireles var. Geçen haftaki Antep ve bu haftaki Bursa maçlarının fark oluşturan ve Fenerbahçe'ye oyun üstünlüğünü getiren ismi oldu. Sahanın her yerinde o var. Savunmada kritik müdahalelerde de vardı Webo'ya asist yaparken de. Kısacası "box to box" orta saha böyle oynar dedi bize. Umarım devamlılığı sağlar.

(sokriston)