8 Nisan 2014 Salı

ZAMANI GEÇTİ

Geçen haftayı Mustafa Sarıgül'ün sloganı olan "zamanı geldi"nin Bursa maçını oynarken Saracoğlu'nda yapılan uyarlamasını söyleyerek geçirdik. Son yıllarda en moralli gideceğimiz derbi maçıydı bu. Şampiyonluk bir mucize olmazsa garantiydi bizim adımıza zira alışık olmadığımız biçimde. Ligin bitimine yedi hafta kala, resmi olmasa da Trabzonspor maçını hesaba katınca fark on üç puana çıkmış ve son dönem formda olan bir Fenerbahçe vardı. Üstüne üstlük rakibimiz Galatasaray şampiyonluğa havlu atmış, şampiyonlar liginden elenmiş ve üç haftadır galibiyet alamamanın stresini yaşıyordu. İki sezon üst üste gelen şampiyonluk ve geçen sezon oynanan çeyrek finalden sonra daha kötü bir sezon geçiren Galatasaray takımının taraftarının da iki beklentisi kaldı. Birincisi ezeli rakip Fenerbahçe'yi Türk Telekom Arena'da yenmek, ikincisi lig ikinciliğini muhafaza etmek. Bildiğimiz üzere bu sezon lig ikincisi olmak hiç olmadığı kadar değerli şampiyonlar ligine direkt bir bilet temin etmesinden ötürü. Derbilerin sonucu kestirilemez olsa da saha dezavantajına rağmen takımların formlarını göz önünde bulundurunca avantajlı taraf olarak gözüküyorduk.




Son hafta sahaya çıkan on bire göre tek değişiklik Salih'in yerine Emre'nin oynaması oldu. Deplasmanda oynanacak bir derbi için mantıklı bir tercihti de bu. Onun dışında son haftalarda formda olan kadroyu değiştirmedi Ersun Hoca. Galatasaray da ideal denilebilecek bir kadroyla çıktı sahaya. Orta saha hakimiyetini ele geçirebilmek için ideal bir üçlü olan Yekta-Melo-Selçuk üçlüsüyle başladı. İki haftadır sahalardan uzak da olsa forvette Drogba'yı tercih etti Mancini. Kadroları inceleyince orta sahayı alanın oyuna hakim olacağı da anlaşıldı zaten.

Galatasaray orta sahada hakim olunca hızlı girdi maça beklendiği gibi, zaten bu sezon en çok golü de ilk on beş dakikada bulmuşlardı. Takımımızın sakin oynamayı bilmesi avantajdı bu dönem için fakat Selçuk'un şık pasını Melo bekletmeden Sneijder'e aktardı ve düzgün bir vuruşla köşeye gitti top. Kondisyon olarak 90 dakikayı daha iyi çıkartan bir Fenerbahçe olduğu için sezon genelinde pek paniklemedik, rahatımız çok kaçmadı. Rahatımız kaçsın kaçmasın 1-0 gerideydik tabii artık. Sezon genelinde görmeye alışık olduğumuz Caner'in bindirmelerine çok rastlayamadık ilk yarıda sezonun geçmiş maçlarına oranla. Tabii bunda Galatasaray'ın orta saha hakimiyetini koruması da etkili oldu. Gol haricinde futbol namına konuşulabilecek iki pozisyon vardı ilk yarıda. Birincisi, kornerde defansın uzaklaştırdığı topa Telles'in şık vuruşu, ikincisi ise Drogba'nın dönerek vurduğu topun direkten dönmesi. Bu pozisyonlar dışında bir it dalaşı hakimdi sahada, kaos futbolu oynandı daha çok. Bu durum rakip takımın işine geliyordu. Tribünlerde yoğun bir tezahürat ve baskı vardı. Kalan maçlarda ceza alsalar da pek önemli olmadığı için bunun rahatlığıyla maça etki etmeye çalıştılar. İlk yarının en kritik anı ise Emre'nin ikinci sarıdan atılması oldu.

İkinci yarıya istekli başlayan bir Fenerbahçe vardı sahada. Eboue'nin sahada olsa da uyuyan hali avantaj oldu adımıza. Tabii on kişiyle Galatasaray deplasmanında dominant bir oyun sergilemek zordu. Sergileyemedik de. Geldiğinden beri en kötü maçlarından birini oynayan Sow da şanssızlık oldu takımımız için. İlk yarı sonunda yerine Alper'in alınması düşünülebilirdi. Hem Galatasaray defansı baskı karşısında afallayabiliyordu hem de orta saha direncimizi yükseltecek bir değişiklik olurdu bu. İkinci yarının kırılma anı Eboue'nin oyundan çıkması oldu. Gerçi kötü gözüken Eboue bile bir noktadan sonra yorulan takımımızı kanat bindirmeleriyle zorlamaya başlamıştı. Yerine giren Sabri Galatasaray adına bir dinamizm kattı sahaya. Bundan sonra da pek pozisyon olmadı zaten. Futbol olarak kısır bir derbi izledik.




Saha dizilişlerinde de Fenerbahçe'ye oranla daha önde bir Galatasaray var. Bizim dizilişimizde çok dikkat çeken bir değişiklik yok. Takım yine son haftalardaki gibi dizilmiş. Caner genelde orta saha çizgisinin biraz daha önünde gözükürdü bu tabloda ve zaman zaman Meireles bir tık ileride olurdu. Emre ilk yarı bitmeden atılınca da doğal olarak bir adım geride kaldılar. Dikkat çeken bir görüntü de Galatasaray'ın orta sahadaki kalabalıklığı zira maçı onlara getiren faktörlerden en önemlisiydi bu. Orta saha kontrolünü ele alarak 50 dakika 10 kişi oynayan rakiplerine pek fırsat tanımadılar.





Emenike harici savunmada birbirine yakın yerleşen bir Fenerbahçe vardı sahada. Emre'nin atılması bunda da etkili oldu tabii. Rakibi böyle geride karşılayıp sahada da on kişi kalınca maç çok daha zor hale geliyor tabii. 




Ana pas bağlantısını alışık olduğumuz üzere çok adamla kurduk yine. Çok adamla kurmayı başarsak da kanatlara yayılamamanın sıkıntısını ciddi biçimde yaşadık bu maç. Özellikle Galatasaray'ın daha defansif olarak daha zayıf gözüken sol kanadını Gökhan ve Kuyt ikilisiyle yeri geldiği zaman defansın arkasına kaçırılan Emenike ile değerlendireceğimiz kanısındaydım ben. Böylesi bir maçta on kişi kalmak her şeyi etkiliyor tabii. Gereğinden fazla değinsem de gerçek bu.




Sahada pek futbol olmadığı için analiz de kısa sürüyor. Değinmeden geçemeyeceğim birkaç noktayı analizi sonlandırdıktan sonra burada yapıyorum. Türkiye'de çok duyduğumuz "hakem" kelimesi kilit mesela. Çok kötü bir maç yönetti Bülent Yıldırım. Hemen hemen her atağa çıkışımızda garip fauller verdi ve zaten zor çıkan takım çözüm üretemez hale geldi. Ben hakemi art niyetli buldum ki Bülent Yıldırım ligde az sayıda gözümün tuttuğu hakemlerden biriydi bu maça kadar. Hakem faslı bu kadar.





Şimdi gelelim Emre'ye. Emre atılmasa bu maçın kaderi çok daha farklı olabilirdi. Eğer sen bu takımın kaptanıysan, 34 yaşını doldurmuş yıllar boyu Avrupa'da oynamış bir isimsen bu tahriklere kapılmayacaksın. Kapılırsan da sonucunun bu olacağını bileceksin. Tabii ki Emre tek suçlu değil. Ben de biliyorum maç boyunca küfür yemenin Melo gibi bir oyuncunun tahriklerinin sinir bozucu olduğunun. Ben ekran başında bir taraftar olarak bu tahriğe kapılabilirim. Ben ekran başında küfür edebilirim. Sen de sahada tahriğe kapılıp faul üstüne faul yapabilirsin fakat benim yaptığımın bir bedeli yokken senin yaptığının bir bedeli var. Emre Melo'ya istediğini verdi özetle. Zidane da dünya kupası finalinde kariyerine Materazzi'ye kafa atarak veda etti sonuçta. Profesyonel futbolcu da olsalar insanlar sonuçta. Yıllardır da tanıdığımız bir türlü uslanmayan bir futbolcu Emre. Şimdi gelip de bu yüzden bir ton konuşmamız yersiz. Emre bunu hep yapıyor çünkü. Bu Emre'yi haklı çıkarmaz. Hep söyledim hep de söyleyeceğim, Emre'nin bu hareketleri çirkin.



Ve son olarak Melo hakkında birkaç cümlem var. Melo bugüne kadar izlediğim rakip takım futbolcularının bana en sevimsiz ve en itici geleni. Gerek son maça kadar yaptığı hareketler gerekse son maçta yaptığı garip hareketler bunun sebebi de. Geçen sene benim de eleştirdiğim, özellikle rakip takım taraftarlarının topa tuttuğu Meireles'in yaptığı hareketin aynısını yaptı. Şimdi görelim samimiyetinizi, futbolun çirkinliğine yaptığınız eleştirilerinizi. İstediğini aldı dün Melo. Bize de iğrenç bir derbi izletilmesinin baş sorumlularından biri oldu.

(unfaithful)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder